22 Aralık 2012 Cumartesi

2013'te Sosyal Medyayı Kavuracak 5 Trend


2012 yılında sosyal medya Türkiye'de ısınma turlarını tamamladı ve tam olarak olgunluğa erişti. KPCB'nin raporuna göre, Türkiye'deki internet kullanıcılarının mobil cihazlardan sosyal ağlara bağlanma oranı % 70. Her ne kadar sosyal medya ülkemizde sosyal ağ olarak algılansa da, önümüzdeki senelerde nitelikli kullanım yüzdesinin artmasını umuyoruz. 

Global düzeyde baktığımızda harita kulanımı, blog ve mikroblog güncellemeleri giderek sıklaşıyor. Çin, mobil cihazları bizden farklı olarak en çok içerik üretmek için kullanıyor.

2012 senesindeki sosyal medya trendlerini incelediğimizde Google Plus'ın patlama yapması bekleniyordu. Nitekim Plus, Facebook ve Twitter'ın ulaşmış olduğu kullanıcı rakamlarına çok kısa süre içinde ulaşmıştı. Fakat Plus'ta geçirilen süre Face ve Twitter'a göre hala çok kısa. 

Google'dan Vic Gundotra Google Plus'ın başarılı olup olmadığına açıklık getirmek için  CNN' yaptığı açıklamada  google plus'ın bir sosyal ağ olmadığını, sadece google'ın bir güncellemesi olduğu söyledi ve böylelikle ''kim önde'' tartışmalarına noktayı koydu. 

2012'nin bir diğer trendi mobil teknolojiler ve cihazlar oldu. İpad ve iphone çılgınlığının yanına android'in yaratıcılığı ve fiyat avantajı eklenince mobil cihazlar geniş kitlelere yayıldı. Mobil cihazların geniş kitlelere yayılması birçok sektörü de hareketlendirdi. Mobil uygulama, mobil oyun, mobil reklam gibi yan dallar da bu akımdan nemalandı.

Konuyu çok uzatmadan 2013'te sosyal medyanın trendleri neler olabilir, inceleyelim:

1- Sosyal Ticaret

E-ticaret, sosyal ticaret olma yolunda hızla ilerliyor. Tüketicilerin birbirine ürünleri önererek, sosyal ağ hesaplarıyla bağlandıkları online alışveriş siteleri sosyal ticaretin örneklerini oluşturuyor. Pinterest üzerinden beğendiğiniz ürünleri satın alabildiğinizi düşünün. Önde gelen örnekleri thefancy ve fantasyshopper. Sosyal ticaretin önümüzde 5 sene içinde dünyada 30 milyar dolarlık ekonomi yaratması bekleniyor. Facebook'un gifts uygulamasını aktifleştirmesiyle 2013'te sosyal ticaretin adını daha sık duyacağız.

2- Bütünleşik medya

Geleneksel medya mı sosyal medya mı karmaşası artık yerini sonsuz bir dinginliğe bırakıyor. İkisinin de birbirinin tahtında gözü yok ve müthiş bir ikili oluşturdular. Geleneksel medyadan sosyal medyaya, sosyal medyadan da geleneksel medya araçlarına geçişler giderek kolaylaşıyor. Sosyal ağlardaki yayınları referans gösteren TV programları veya TV'de gösterilen şov-tartışma programlarında #konu ile  twitter'da devam eden tartışmaları daha sık göreceğimiz bir yıl olacak 2013. Medyanın iki ayağı da hayatlarına paslaşarak devam edecekler. Medya, bütünleşik medya olarak anılmaya başlanacak.

3- Zorunlu sosyalleşme

Bundan sadece 10 sene öncesini düşünün. Küçük ölçekli işletmelerin neredeyse hepsinin gönüllü olarak internet sitelerini kuracakları kimsenin aklına gelmezdi. İnternet siteleri, orta ölçekli şirketler için dahi bir lükstü. Günümüzde, köşebaşındaki  Kebapçı Ali Abi'nin internet sitesini gördüğümüzde tuhaf karşılamıyoruz. Çünkü Kebapçı Ali Abi, internet sitesi sayesinde imajını tazeliyor ve ulaşılabilirliğini arttırıyor.

Sosyal medyada yer almak da aynı şekilde şirketler için keyif halinden çıkacak. Müşteriler, markaları sosyal medyada yer almaya zorlayacak. Online itibarını kollamak için şirketlerin başka yolu olmadığını anlayacakları yıl olacak 2013. Zorunlu sosyalleşme yaşanacak.

4- Kollektif yayıncılık

Her insanın içinde bir yerlerde saklı olan şair ya da yazar vardır. Kimileriyse bu işi içinde bırakmaz ve biraz yeteneği varsa hayatını devam ettirecek parayı kazanmak için yazarlık yapar. İnternet yaygın şekilde kullanılmadan önce içerik üretimi sadece sermayeyi elinde tutan kitlelere ve onların şirketlerine aitken, günümüzde içerik sadece internete girecek kadar parası olan insanlar tarafından da üretilebiliyor. İnternetin her kesime sesini ve düşüncelerini duyurma imkanı vermesi, bu işten para kazanmak isteyenlerin iştahını kabartmaya başladı. Çünkü onlar için artık burnu havada yazarlara katlanma zorunluluğu ortadan kalkıyor. Yeni cevherleri keşfetmek, hem de maliyetsiz bir şekilde... Kollektif yayıncılık tam olarak bu işle meşgul olacak. Bir yandan kendini göstermek isteyen yazarlara kitaplarının tanıtım, kapak tasarımı gibi konularda yardımcı olurken, oluşturduğu veri tabanı ile yazarların kendi takımlarını kurmalarına imkan tanıyacak.

Yazarlarla bu işin profesyonelerini buluşturan Netminds yazarlara satış karının %90'una varan düzeyde kar payı vereceğini belirtiyor.

5- SEO'nun Azalan Etkisi

Bu madde her ne kadar 2013'te trend diye nitelendirilemeyecek olsa da, sosyal medyanın giderek seo'nun tahtını ele geçirdiğini görüyoruz. Hiçbir arama motoru çalışması yapmayan e-ticaret şirketleri kendi fan gruplarını kurararak, sadece sosyal ağlar üzerinden yaptıkları reklamlarla ciddi bir ziyaretçi trafiği sağlıyorlar. Google'da reklam yapmaktansa, takipçi sayılarını arttırarak  yarattıkları kabilelere ürünlerini tanıtmayı giderek daha fazla şirket tercih ediyor.

Nitekim Google da güncellediği algoritmasıyla sosyal ağlardaki aktivite sıklıklarına çok önem verdiğini gösteriyor.  SEO, markanın sosyal medya hesaplarındaki takipçi sayısına, retwit rakamlarına göre şekillenmeye başladı. Kısacası raconu sosyal ağlar kesiyor. 2013, seonun etkisinin daha çok azaldığı, sosyal ağlardaki karizmanın daha çok önem kazandığı bir yıl olacak.



19 Aralık 2012 Çarşamba

Kitlesel Pazarlama Artık Ölü Bir Kahraman Mı?


Eminim, başlıktaki  kabile görseliyle başlığın ne alakası olduğunu düşünüyorsunuzdur...

Pazarlamacı ve blog yazarı Seth Godin'in üzerine kitap yazma ihtiyacı duyduğu görüşünü duymuşsunuzdur. Godin'in iddiasına göre, kitlesel pazarlamanın sonu geldi... Bu görüşünü Godin, ''Hepimiz Acayipiz'' isimli kitabında genişleterek açıkladı.

Seth Godin, kitlesel pazarlamanın çoktan sona erdiğini, artık yeni bir dönemde yaşadığımızı söylüyor. Ona göre dijital evrende, pazarlama mesajları kitlelere değil, hizmetinizle ilgili kişilere verilmeli, bunu da ancak sosyal kabilelerinizi yaratarak başarabilirsiniz. İçinde ürününüzü alma ihtimali olmayan kişilere mesaj göndermeniz ne kadar da abeste iştigal , onun yerine sizin ürününüzü pazarlamaya gönülden meyilli 1000 kişilik bir grup yeter de artar bile sesinizi duyurmanız için. 

Godin, aslında sosyal medyadan bahsediyor. Kendi düşüncesini doğrulayacak şekilde, internet ortaya çıktığında hani denmişti ya, bundan böyle bu ağ bizi birbirimize bağlayacak, kaynaştıracak diye... Bugün geldiğimiz noktaya bakınca beklentilerin hayalden öteye gitmediği anlaşılıyor. Godin'e göre, yalnızca benzer ilgi alanlarına sahip gruplar kaynaşıyor ve kendi cemaatlerini kuruyorlar. Dolayısıyla markalar da kendi kabilelerini oluşturmalı ve bu kabileye mesajlarını göndermeliler. Böylece markalar, mesajlarının etkisiz (müşteri olmayan) kişilere ulaştırmak için verimsiz faaliyetlere girmeyecekler, reklam masrafalarını düşürecekler. 

Kıssadan hisse, büyük bir kitleye net olmayan, ortalama bir mesaj göndermektense, nispeten küçük bir kabileyi 12'den vuracak bir mesaj göndermek çok daha etkili.

Şimdi bu düşünceye tartışalım:

1- TV reklamları işe yaramıyor mu?

Kitlesel pazarlamanın ölmesi, televizyon reklamlarının çağdaş olmadığını ve anlamsız olduğunu gösterir. Çünkü televizyon yayının izleyici kitlesinin özelliklerini tahmin etmek neredeyse imkansızdır. Ya da çok yüzeysel hatlarıyla tahmin edilebilinir.Yalnızca istisna olarak, çocuklara hitap eden ürünler satan bir markanın veya bu tarz spesifik bir pazara ürün pazarlayan markaların televizyon reklamında hedefi tutturma oranı fazladır. Çünkü çizgil film veya çocuk dizileri gibi yayınların reklam aralarına ilgili ürün reklamı koyulabilir.

Fakat bu durum televizyon reklamının işe yaramadığını göstermez, çünkü henüz alıcı olmayan geniş bir kitleye ürünü tanıtma olanağını sağlar. Burada tartışma her arz kendi talebini mi yaratır, yoksa her talep kendi arzını mı yaratıra kadar uzanır. Kimi zaman arz talebi kimi zaman da talep arzı yaratır.

2- Tümevarım (Az kişiden çok kişiye ulaşmak)

Godin markaların kendi kabilelerini kurmalarını ve onlara mesaj iletmelerini söylüyor. Evet, doğru... Markalar tam olarak böyle yapıyor... Twitter'da takipçi sayısını arttırıyor, facebook'ta like sayısını arttırıyor, youtube'da viral reklamlar hazırlıyor ve kendinden bahsedilmesini bekliyor. Aralıklarla kabilelerine ürünü almaları için mesajlar iletiyor. Fakat kabileyi yaratıp onlara ürünün reklamını yapmak, kabile dışında kalan topluluğu elinden kaçırmak anlamına gelmiyor mu? Çok kişiye mesaj gönderip sadece seçicilerin mesajı almasını beklemek bazen daha mantıklı olamaz mı?

3-  Acayip olmak, farklı olmak, özelleştirmek

Farklı olmanın ticarette kazandırdığı bugün ortaya çıkmış birşey değil. Aynı olan iki üründen birini farklı sunarak da fark yaratabilir, acayip olabilirsiniz. Godin, günümüzde acayip olanın, sıradışı olanın kazanacağını söylüyor. 

İnsanlar artık o kadar fazla ürüne ulaşabiliyor ki, ancak fark yaratan markalar ayakta kalabiliyor. Dijital pazarlamada özelleştirme yıllardır kullanılıyor. Google'ın anahtar kelime aramalarına göre sponsor bağlantıları göstermesi, facebook'un reklam gösterimlerinde profil sahiplerinin ilgi alanlarından faydalanması gibi uygulamalar reklamda isabet oranını arttırıyor. Şirketlerin giderek müşteri odaklı anlayış benimsemeleri ürünlerini özelleştirilmelerini, müşteri talepleri göz önünde tutularak üretimini, tutundurulmasını ve hizmet sonrası takibini gerektiriyor.

SosyalMedyacci'nin Notu: Kitlesel pazarlamının bitmiş olması demek geleneksel pazarlamanın miadını doldurduğu anlamını taşıyor. Dijital evrenin yeni yön vericileri artık geleneksel pazarlamayı sert bir dille eleştiriyor.

Sıkıcı markalar yerini dinamik, acayip markalara bırakıyor... Henüz hepimiz acayip değiliz, fakat belli ki hepimiz acayip olmak zorundayız...  Godin'e kulak verelim:

3 Aralık 2012 Pazartesi

Sosyal medya Aslında Kime Hizmet Ediyor?


Bunca yıldır saatlerinizi geçirdiğiniz, hatta üşenmeyip bu yazıyı tıklama refleksi gösterdiğiniz sosyal medya, aslında çok daha derinlerde olan bir amaca hizmet ediyor olabilir mi? Tartışma bu...

Sosyal medyanın tüketici kısmında bulunan ve Twitter'da, Youtube'da zamanını geçiren milyarlar, sosyal medyanın üretici kısmında bulunan kişiler tarafından kontrol ediliyor ve bilinçaltında yönlendiriliyor olabilir mi? Herşey, dijital iletişimin kölesi olan yeni insanın fikirlerini etkilemeyi, düşüncelerini, algı biçimini değiştirmeyi planlayan bir kurma kolundan mı ibaret?

Bu soruların yanıtları için birçok komplo teorisi ortaya atılsa da herkesin artık bildiği bazı gerçekler var. Kişilerin sosyal medya hesapları birçok devletin ilgili birimi tarafından inceleniyor, müdahale ediliyor ve devlet çıkarlarına herhangi bir nedenle aykırı olduğu kanıtlanırsa, Facebook aracılığıyla kapatılabiliyor. 

Yine aynı şekilde, şirketler ve onların sosyal medya uzmanları da daha fazla ürün pazarlayabilmek ve nihai tüketiciye ahengli bir şekilde dokunabilmek için belirli anahtar kelimeler üzerinden takipçilerinin ya da muhtemel takipçilerinin paylaşımlarını inceliyorlar. Bu durumda sosyal medya hem devlete hem de şirketlere şöyle ya da böyle, planlı ya da plansız bir şekilde hizmet ediyor.

Dikkat çekiçi olan bir diğer konu, sosyal medyanın asıl patlama yaptığı dönemin, 2007 sonrasına, yani global ölçekte bir krizin tüm dünyayı kasıp kavurduğu, ardı ardına büyük finans devlerinin, hatta Yunanistan, İzlanda, Portekiz gibi ülkelerin iflasın eşiğine geldiği bir periyoda denk gelmesi. 

Avrupa Birliği'nin bile yakın zamanda ekonomik kriz nedeniyle dağılma ihtimali konuşulurken, tüm dünyada sistemi kurtarmak adına ardı ardına kurtarma paketleri açıklanırken, verimliliği düşen maliyetli ve görece etkisiz iletişim&pazarlama kalemlerinin dijital iletişime devredilmesi bir rastlantı olabilir mi?

Sıkışan bu dünya ekonomisinde, dijital iletişim ekonomisinin, ajansların, sosyal medya pazarlama şirketlerinin, web tasarım ajanslarının, reklam sektörünün ve mobil yazılım, mobil cihaz, telekomünikasyon gibi birçok sektörü ayaklandırdığını söylemek yadsınabilir mi?

Dijital iletişim ve sosyal medyanın yeni neslin algı biçimini değiştirdiği, yeni neslin geleneksel kanallardan gelen mesajlara giderek kapalı olmaya başladığı tartışılırken, birilerinin çıkıp bunların hepsinin bir komplo teorisi olduğunu iddia etmesi, asıl komplo teorisinin kendisi olamaz mı?

Yoksa asıl amaç Illuminati'ye hizmet mi?

Günümüzde herşeyin illuminati'ye bağlanması, illuminati denen varsayımsal ya da real oluşumu giderek popülerleştirdi. Komplo teorisyenleri illuminati üzerinde hassasiyetle dururken, internet medyasının yaklaşımı kavram üzerinde birçok tartışmaya ve kafa karışıklığına neden oldu.

İddialar şöyle;

Illuminati denen gizli tarikat, dünyayı yönetmek üzere programlanmış bir oluşum. Bu tarikatin üst düzey yöneticileri global ekonimide büyük söz sahibi olan birkaç soylu aile. Dolayısıyla hedefleri tüm dünyanın kaderini ellerinde tutmak ve yaklaşımlarıyla, aksiyonlarıyla dünyadaki tüm karar mekanizmalarını yönlendirmek. 

Bu hedef için sahip olunması gerekenler nelerdir? Para ve siyasi güç yeterli mi? Hayır... Tüketici, şirket ve devletleri yönetmek için onların düşüncelerini bilmeli ki algıları yönlendirilebilsin. Illuminati üretimi sosyal medya işte bu noktada devreye giriyor.Sosyal medyanın, sınırsız ve şeffaf paylaşıma olanak tanımasından dolayı tüm bilgi kontrolünü Illuminati elinde bulunduruyor.

İstediği bilgiye kısa zamanda ulaşıyor ve gerekli aksiyonları alabiliyor.

SosyalMedyacci'nin Notu: Biz sosyal ağ tüketicileri çarkın son dişlisi olabilir miyiz? Yıllar öncesinde kurulan bir çarkın farkında olmayan temsilcileri miyiz? Yoksa sosyal medya, gerçekten iki sıradışı üniversite öğrencisinin üniversite içi iletişimi sağlamak için popülerleştirdikleri suçsuz bir buluştan mı ibaret? Siz ne düşünüyorsunuz?

13 Ekim 2012 Cumartesi

E-Kitap: Online İtibar Yönetimi

Uzun bir aradan sonra merhaba. Online İtibar Yönetimi sözcüğünün markalar için giderek önemli bir hal aldığı artık su yüzüne çıkmış bir gerçek. Fakat bu konuda yazılmış, çizilmiş fazla bilgi yok. Bu kısa kitap, derin yaraya tamamen merhem olmasa da online itibar hakkında şimdiye kadar Türkiye'de yazılan en iddialı kaynak.

SosyalMedyacci'de yayınladığım makalelerimi yeni içeriklerle zenginleştirerek bilgilendirici ve yol gösterici, kimi zaman düşündürücü bir e-kitap hazırladım. Umarım paylaşılır ve paylaşıldıkça değerlenir...

Kitabı BURAYA tıklayarak indirebilirsiniz.

Not:İndirmek için ''Click here to start download from sendspace'' yazısına tıklayın.

10 Eylül 2012 Pazartesi

İçerik Üretmek İçin 3 Sıradışı Kaynak


İçerik üretme baskısı diye birşey duydunuz mu? Evet, aslında bu durum çoğu blogcunun, web yazarının, kısaca online mecrada bilgi paylaşan çoğu site sahibinin yaşadığı bir durum. Özellikle belirli bir konu hakkına, sınırları çizilmiş bir alanda yazı yazıyorsanız birgün yazacak konu bulamayabilirsiniz. Hakkında yazacağınız konular biter, kendinizi tekrarlamak istemiyorsanız kalitesiz içerik üretmeye başlarsınız, yazmak için yazarsınız...

Kalitesiz içeriğin nedeni, ne olursa olsun siteyi ayakta tutup, sponsor bağlantılarınıza hoş görünmek için, alexa verilerinizin hala yeterli olduğunu kanıtlamak zorunda kalmanızdır. Sık güncellenen siteler google tarafından sevilir, fakat sık güncellemeden daha önemli olan konu yazılarınızın karşınızdakine ne verdiğidir. Sağlam bir içerik her zaman paylaşılır, çünkü kaliteli içerikten anlayan birileri illa ki vardır, kalitesiz içerik de haber ve magazin niteliği taşımak koşuluyla paylaşılır bir içerik olarak görünür.

İçerik üretme baskısı blogların hayatımıza girmesiyle birlikte yazarları giderek etkisi altına almaya başladı. Başkalarından geri kalmama arzusu, google'daki sıralamasını koruma baskısı yazarları saçma sapan yazılar yazmaya itiyor ve bu çelişki sonunda aslında tertemiz yazılara sahip olan yazar, içeriğini kirletiyor. İçerik üretmek için kaynak bulmak ve araştırmak lazım, bu noktada iki sorun ortaya çıkıyor.

1- Türkçe kaynak sıkıntısı çok yüksek: Özellikle niche bir alanda yazıyorsanız ulaşabileceğini kaynak sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor.

2- Yabancı dil sorunu: Blog mecrası  ağırlıklı olarak iyi derecede yabancı dil bilmeyen yazarlardan kurulu. Bu yazarlar, ellerindeki Türkçe kaynaklar tükendiğinde ya kendileriyle paralel konular yazan yazarların yazılarını araklıyor ya da yabancı dildeki kaynaklara girip, anladığı çat-pat ingilizceyle birşeyler ifade etmeye çalışıyor. İnternet aslında bu noktada verimsizleşiyor, çünkü yapılan araştırmalar çoğu kişinin interneti referans olarak aldığını ortaya koyuyor. Yani, internette biri birşey yazmışsa, doğrudur algısı mevcut.

İşte bu kısır döngüden kurtulmak için, adam gibi birşeyler yazabilmek için fırsatlar var. Öncelikle hiçbirimizin herşey bilemeyeciğinden yola çıkıp bunu kabullenelim. İçerik üretmek için okuyan ve araştıran insanlar olmalıyız. Kimi zaman yazmak içinizden gelir, eğer  genel olarak ''yazmak zorunda olduğu'' için yazanlardansınız, içerik üretme fikirlerini nereden edinebilirsiniz? İşte size sihirli kaynaklar:

1- Twitter Search ve Twinitor: Şaşırmış olabilirsiniz, fakat artık herkes bir yazar. Twitter'ın aslında bir mikroblog sitesi olduğunu biliyor muydunuz? Bu şu anlama geliyor: Twitter'da hesabı olup birşeyler paylaşan herkes aslında mini bir blog yazarı. O zaman içerik yazmayı düşündüğünüz anahtar kelimeyi aratın ve bu kelime hakkında neler söyleniyor bir izleyin. Başkalarının düşünceleri veya paylaştıkları konu hakkındaki linkler vizyonunuzu genişletip, içerik üretmenize katkı sağlayabilir.

2- E-book Siteleri: Hakkında yazacağınız konuyla ilgili yeterince bilgi sahibi olmak yazılarınızın ciddiye alınması için her zaman gereklidir. Bazı şeyleri biliyor olabilirsiniz fakat işi daha da profesyonelleştirmek için birkaç e-book karıştırmanız fena olmaz. Yazacağınız konular hakkında geleneksel yollardan edindiğiniz bilgiler dışında online kaynaklar da işinizi kolaylaştırır.Google'da  ''free e-book'' diye arama yaparak birçok siteye ulaşabilir, beğendiğiniz kitapları indirebilirsiniz. Bu kitaplar vizyonunuzu genişletecek ve yazacaklarınızı ayrıntılandırmanıza yardımcı olacaktır.

3- TED: TED, 1984 yılında teknoloji, tasarım ve eğlence sektörünün uzmanlarını birayaraya toplayan bir konferans ile adını duyurdu. Hala yaz ve bahar mevsimlerinde İngiltere ve Amerika'da birçok konunun uzmanını buluşturan konferanslar düzenliyorlar. Dünyanın önde gelen düşünürleri 18 dakikanın altındaki bir sürede konuşmalarını yapıp, insanları etkilemeyi başarıyor. TED'in en güzel yanlarından biri de birçok konuşmanın Türkçesini altyazı olarak seçebilmeniz. İçerik yalnızca yazıdan oluşmadığına göre, içeriğinizle ilişkili TED videolarıyla yazılarınızı zenginleştirebilir, farklı kılabilirsiniz.

SosyalMedyacci'nin Notu: Bir konu bulmalısınız, daha sonra o konu üzerine düşüncelerinizi şekillendirmelisiniz, düşüncelerinizi oluştururken olabildiğince çok kaynaktan fikir edinip vizyonunuzu genişletmelisiniz, içeriğinizi grafikler ve videolarla zenginleştirmelisiniz. Hepsi bu.

10 Ağustos 2012 Cuma

Sosyal Medya ve Müşteri Memnuniyeti Obsesifliği

Dijtal çağın tek gerçeği yalnızca değişim, düşündüğünüzden veya algılayabileceğinizden daha hızlı bir değişim. Daha dün Facebook üzerinden satışlar konuşulurken, şu anda camianın içindeki çoğu kişi bunun yalnızca acı bir tecrübe olduğunu, bu deneyimi yaşayan markalar ise verimsiz bir girişim olduğunu kahve molalarında belirtiyor. Şöyle söyleyelim:

Sosyal medya araçlarının direkt satış ve pazarlama için kullanılması bir hataydı. Krizler bize bunu net bir şekilde gösterdi ve yüzümüzü bir süredir iletişime döndük. Mal satmaya çalıştığımız müşteriyle bundan böyle sohbet etmeye çalışıyoruz.

Maksadımız müşteriyle diyaloga girmek ve ona markayı deneyimletmekse müşteri memnuniyeti nihai hedefimiz olmalı, bunda hem fikir miyiz? 

Bazılarınızın itirazlarını duyuyorum, haklısınız aslında müşteriyi memnun etmek de nihai hedef değil, memnuniyeti satışa çevirmek asıl mevzu. Doğruyu söyleyelim. Hiç kimse müşterisini memnun etmek için şirket kurmaz.

Tartışmalı soru: Biz bu iletişime hazır mıyız? Müşteriyle çekinmeden iletişim kuran, sorunlarına kesin çözümler bulan şirketlerimiz var mı? Adı müşteri memnuniyeti ödülleriyle anılan bir bankamızın çağrı merkezine ulaşma süresinin 4 dakika olduğu, telefonda çağrı merkeziyle görüştüğünüz yetkililerin azarlar tavrı ve müşteri memnuniyeti? 

Bu memnuniyet hangi kriterlere göre ölçülüyor? Ölçümde bir sıkıntı var, iddia edebilirim. Bu bankanın bir de sosyal medya hesabı var, takipçileri var ve sosyal medyada mükemmel bir performansla neredeyse çoğu geri bilidirimi pozitif bir şekilde yanıtlıyorlar. Sosyal Medya müşterisini ve geleneksel müşteriyi ayırmaya mı başladık? Bir önem sırası mı var? 

Sanırım tuzu biraz fazla kaçırdık ve abarttık. Sosyal medyada ilgilendiğimiz müşteriler geleneksel yollardan başvurdu mu azarlıyoruz. Sosyal medya ve internet popülerleşti diye, geleneksel müşterileri ikinci plana atıyoruz.
Bazı markalar iletişime hala hazır değil, müşteriyi memnun etmeden onunla iletişim kurmanız da mümkün değil, ekosisteminizi müşteri bildirimlerine bağlı olarak geliştirdiğiniz müddetçe hayattasınız artık, bunu biliyor muyuz? Sindirilmiş,özümsenmiş bir müşteri memnuniyetinden bahsediyorum, sosyal medyada şekil yapmak  ve dijital itibar sağlamak için değil, samimi olan, gerek geleneksel gerekse dijital yoldan ulaşan müşteriye aynı tutumun sergilendiği, dengeli bir müşteri memnuniyeti.

Sosyal medyada müşteriyi memnun etmek diye birşey yok, müşteri hangi iletişim kanalından ulaşırsa ulaşsın onu memnun etmek gerekli. Birkaç sosyal crm programını kullanıyorsunuz diye müşteriyi içselleştirmiş olmuyorsunuz. Telefon, e-mail veya fax ile size gelen geribildirimleri de dikkatle değerlendirmeli, sorunları çözmeli, şikayetlerin azalması için iyileştirici çalışmaları yapmalısınız. En önemli sorununuz sosyal medyada ölçümleme olmamalı, sosyal medyada yatırımın geri dönüşünü hesaplamak için diğer kanallardaki ölçümlemeyi aksatmamalısınız.

Herşeyden önce müşteri memnuniyetinin, yalnızca müşterinin gönlünü hoş etmek olmadığını bilen kişilerle çalışmalısınız. Müşteri memnuniyetinin arkasında yatan onlarca değişken var. Müşteri sadakati, duygusal bağ, müşteri deneyimi, müşteri içgörüsü, CRM analizleri vb. Bunların tamamını sosyal medya ile yapmaya kalkarsanız diğer fırsatları kaçırmış olursunuz.

SosyalMedyacci'nin Notu: Dijital mecrada kusursuz yönetim gösteren markaların, sosyal medya dışındaki mecralardan gelen bildirimleri ikinci plana attığını görüyoruz. Sosyal CRM derken geleneksel CRM'i ceremeye dönüştürmek markaların büyük bir hatası.Aklınızda olsun, müşteri müşteridir ve onu kaybetmemek için fedakarlıklar yapılmalıdır. Geleneksel ya da sosyal müşteri, ikisi de müşteri, aynı oranda dikkate alınmalıdır. Sosyal medyada müşteriyi memnun etme obsesifliğinden kurtulmalı, geleneksel müşteri de aynı oranda memnun edilmelidir.

9 Ağustos 2012 Perşembe

Sosyal Medyada Kişisel Marka Krizi: Murat Boz

Artık sosyal medyadan yalnızca  şirketler acı çekmiyor. Burada birçok marka krizi inceledik fakat kişisel markalarla ilgili büyük ve ciddi bir durum oluşmadığından, ya da geçmiş zamanlarda oluşsa da henüz sosyal medya bu kadar racon kesmediğinden geçmişte yaşanan marka krizlerini yeniden canlandırıp, sunmanın bir anlamı yoktu.

Evvel dönemlerde ismi milyonların dilinde olan sanatçılar, sporcular kriz yaşamadı mı? Evet, yaşadı. Hatta konu Murat Boz iken hafızamızı tazeleyip geçmişte bağlarının sıkı olduğu Tarkan’ı hatırlayalım. 2000’li yılların başında daha sonra ‘’cinsel tercihi’’nin tartışmaya açılmasına neden olacak resimler medyada yer almıştı. Tarkan ise bu iddialara karşılık olarak ‘’özel hayatından ötürü kimseye hesap vermek zorunda olmadığını’’ paylaşmış ve krizin büyümesini engellemişti. 

Evet, ya da hayır şeklindeki cevapların ikisi de medya tarafından uzatılıp, esnetileceğinden Tarkan’ın bu önemsemez tavrı işe yaramıştı.Kısaca, Tarkan, markasını tartışmadan uzak tutarak korumuş, bu konunun özel olduğunu,hayranlarının vicdanına bıraktığını ima ederek iyi bir kriz yönetimi göstermişti. Tarkan’ın yaşadıklarının üzerinden seneler geçti ve aynı kabus bu sefer de kimilerine göre Tarkan’ın halefi olarak nitelendirilen, uzun yıllar boyunca Tarkan’a vokalistlik yapan Murat Boz.

Murat Boz başarılı bir solist. Bu sene 39. Altın Kelebek Ödüllerinde aldığı ‘’En İyi Türk Pop Müziği Erkek Solisti’’ ödülü, albüm satış rakamları bu tezi doğruluyor. Kimileri trend olamaz, fakat Murat Boz, giyim tarzı ve hali tavrıyla da gençler tarafından dikkatle izlenen, beğenilen bir pop şarkıcısı. O, bir marka. 

Kişisel bir marka olması dışında ticari bir marka olduğunu Yedigün’ün reklam yüzü olmasından da anlıyoruz. Marka demek krize açıklık demek, o da bunu yaşadı.

Murat Boz  Krizi Nereden Çıktı?

Günlerce magazin gündemini ve sosyal medyayı meşgul eden fotoğrafları paylaşmaya gerek yok. Murat Boz'un fit halinden bir hayli uzak fazla kilolu ve dökülmüş saçlı  tatil fotoğrafları birkaç gün önce sosyal medyada fazlasıyla yankılandı. İnsanlara muhtemelen malzeme gerekiyor ki resimlerle birlikte şu şekilde alaycı twitler atıldı:

''Murat Boz kimin süt annesiymiş''
''Allahını seven Murat Boz'a sütyen alsın''
''Murat Boz'un memeleri hayatımda gördüğüm en çirkin magazin fotoğrafı''.
''Benim memem, benim kararım!'' 
''Kalem koyunca duruyor ''

Bu twitler buzdağının sadece görünen kısmı, resimlerin online mecrada dönmesiyle binlerce twit sosyal medyayı salladı. Topsy'nin sonuçlarına göre içinde link barındıran veya retwit edilen twit sayısı olayın cereyan etmesinden sonra 10 bini geçti. Yukarıdaki cümleler muhtemelen yüzünüzde gülümsemelere yol açsa da kişisel bir marka için kabus olsa gerek.


Kişisel Marka Krizini tetikleyen Faktörler Var mı? 

Resimlerin sosyal medyada yankılanmasından sonra Murat Boz'un sevgilisi Eliz Sakuçoğlu, Twitter hesabından ''Siz kendinizi o photoshoplarla tatmin etmeye devam edin, gerçekler sizi üzer beyler'' twitini attı ve Murat Boz'un kilolu resimleriyl yakından uzaktan ilgisi olmayan fit resimlerini koydu. Bu noktada kıyamet koptu ve takipçiler bu resimlerin geçtiğimiz senelere ait olduğunu, resimlerin fotoşaplı değil, doğal olduğunu delice savunmaya başladılar. Kısaca Eliz Sakuçoğlu'nun bu çıkışı olayı çığrından çıkarttı.

Ne Yapılması Gerekirdi?

Muhtemelen Murat Boz'un  Twitter'dan takipçilerine bunların tatil kiloları olduğunu söylemesi ve kısa süre içinde kilolarını verip hayranlarının karşısına çıkacağını söylemesi daha iyi karşılanırdı. Ya da eğer resimler yanıltıcı ise bunu açıkça kendisinin belirtmesi daha inandırıcı olurdu.

SosyalMedyacci'nin Notu: İşin magazinsel boyutundan kurtulup Twitter'ın verimli şekilde nasıl kullanılacağına kafa yorsaydık şimdikinden birkaç sene ileride olurduk. Son aylardaki trend topiclere baktığımızda sosyal medyanın halk tarafında hala magazinsel duygularla kullanıldığını görüyoruz. Ne yazık ki olayları değil, kişileri konuşuyoruz. Bu aslında herşeyi açıklıyor.

Murat Boz'a gelince...

Onun vücudunun yağ miktarı kendisi dışında kimseyi ilgilendirmez, kaldı ki sanatçıların halka fizikleriyle örnek olması gibi genel geçer bir durum da yok.

Fakat gördüğümüz şey şu ki;

Daha önce birçok kez medyada fiziği ve stili ile yer alan bir markanın elindeki silahı,  gün gelir saatli bombaya döner. Sosyal Medya böyle birşey, ne yazık ki eyvallahı yok. O yüzden artık isimlerimizin de bir marka olduğunu unutmayalım...

31 Temmuz 2012 Salı

Sosyal Medya Krizleri Yakın Gelecekte Neden Tekrarlanmayacak?

Gün geçmiyor ki internet yeni bir sosyal medya krizine şahit olmasın.

Bireyin sesini duyurma özgürlüğünün yeni medya araçlarıyla basitleşmesi, toplumda sesini duyuramayan bireye güç verdi ve şimdi o daha sesli, hatta tek başına bir sosyal medya krizinin fitilini ateşleyip, markayı intiharın eşiğine getirecek kadar. İntihar diyorum, çünkü firmalar yönetemedikleri krizlerle intihar ediyorlar. Her krizin bir fırsat olduğunu düşünüp, aslında bu intiharın bile birşeyler öğretmesi lazım, fakat bazen olmayınca olmuyor ve süregelen krizler devam ediyor. Bunda hatalarından ders almayı kolay kolay beceremeyen ve çabuk unutan bir toplum olmamazın da büyük etkisi var. İnsanlık için de durum pek farklı değil.

Kapalı bir ekonomiden piyasanın serbest ekonomisine geçen bir devlet nasıl krizlere karşı daha kırılgan hale geliyorsa, firmalar da dışarıya açılıp sosyalleştikçe krize daha açık hale geliyorlar.
Dışa açılmak için birinin gelip marka adına konuşması gerek, o biri de insan olduğu için sosyal medyada duygusal tepkiler verebiliyor. Bazen sinirlendiği müşterisine kişisel yanıt verebiliyor, anlayacağınız marka gömleğini çıkarıp yerine kendi benliğini giyiyor. 

Tabii bu dışa açılma olayı olmasa da, yani firma sosyal medyada yer almayı seçmeyip, olup biteni izlemekle yetinse de her an başına bir kriz çorabı örülmesi mümkün. Neden? Çünkü sesini duyuran, markayı eleştiren bireyin kriz yaratması için illa ki markayla etkileşim yaşaması gerekmiyor. Bireyin memnuniyetsiz birkaç kişiyle daha online mecrada sohbet etmesi, twitter'ın da muhteşem turbo yayılım gücünü sergilemsi fazlasıyla yeterli.
Neyse ki bu kabusun 15-20 sene sonra bitmesini bekliyorum. Fakat bu 15-20 senelik süreç sancılı olacak, çünkü talepkar müşterinin sesini duyurma araçları giderek artacak, ayrıca halihazırdaki araçlara daha iyi hükmedecek.
Yeni gelen nesil, sosyal medyayla doğuyor, aplikasyonla doğuyor, yabancı dille doğuyor. Bilgiye kolay erişmesini bilen yenidoğan müşteriler çok daha acımasız olacak. Toplum bilincinden giderek kopma yaşayan bireyi, sanal medya içsel bir yalnızlığa itecek. Sosyalleşirken yalnızlaşan bu insan modeli, bireyselleşmenin verdiği etkiyle daha saldırgan olacak, sorun bu.

Ve süreçten sonra...
Sürecin sonu aydınlık... Müşteriyle baş etmenin zor olduğunu gören firmalar müşteriyi bir kriz olarak değil, bir fırsat olarak görecekler. Düşmanı yok etmenin çıkarlarına ters düştüğünü bilen marka, sosyal medyadaki düşmanı olan müşteriyi kendi potasında eritecek. Bunun için markalar giderek insanileşecek, bireyle daha inandırıcı bağ kurmak isteyen markaların bir kişiliği olacak.

Hatalarını kabul edip itiraf etmekten çekinmeyecek markalar için sosyal medya krizleri son bulacak. Çünkü utanan markalar yerine, hatalarından dolayı özür dileyen, yanlışı telafi etmek için var gücüyle çalışacağına müşterilerini ikna eden, onları oyunun en büyük parçası olarak gören insani markalar gelecek.Dolayısıyla muhtemel bir kriz başlamadan son bulacak. Sosyal medyanın markaları şeffaflaşmak zorunda bıraktığı bu doğal süreç,küreği akıntıya doğru çeken, bile bile hatalarını tekrarlayan markaların yanında değil.

Müşterilerin firmaları internette rahatça tartışabilir olduğu sosyal medya demokrasisi, firmaları kusurlu olmaya zorlayacağı kadar, müşteriyi de mükemmeleştirecek. Firma hakkındaki çoğu bilgiye rahat şekilde erişen birey, firmaların kusurları hakkında daha anlayışlı olacak.

SosyalMedyacci'nin Notu: Hayatını sürdürmesinin müşteriye bağlı olduğunu anlayan ve bunu itiraf etmeye başlayan, kusurlu ve mükemmel olmadığını kabul eden markalara, mükemmel müşterilerin anlayış göstermesiyle sosyal medya krizleri son bulur mu, bekleyip göreceğiz...

28 Temmuz 2012 Cumartesi

Agresif Sosyal CRM Politikasının Çelik Miğferi:Sosyal Ajan

Sadece izlemek mi? Evet kabul edilebilir, fakat yetersiz. Birçok markanın forumları ve blogları takip ettiğini, içlerinden atadıkları personelleri yorum yapmak ve marka imajını güçlendirmek için sosyal ajan olarak atadıklarını
biliyoruz. Aksini bir düşünün, hakkınızda binlerce şey dönüyor dolaşıyor ve siz duymazdan, görmezden geliyorsunuz. Bu kadar olumsuz izlenimin yarattığı negatif viral etkiyi hayal bile edemezsiniz. Dijital PR aslında yalnızca dijital değil, Dijital PR'ı korumak diye birşey de yok, çünkü dijital ortam ve real ortam arasındaki geçişler çok sessiz ve sancısız.

Kimse dönüp '' Aaaa, X markasının imajı realde çok iyi fakat sanal da rezil demiyor. Çünkü sanaldaki görünme performansınız gerçekte kim olduğunuzu birinci dereceden etkiliyor. Markanız siz istemeseniz de yeterince şeffaf. 

Müşteriden gizlemeye çalıştığınız onca bilgiyi Twitter'da hakkınızda dönenleri oturup incelediğinizde zaman zaman görebilirsiniz. Forumlarda bazen öyle yorumlara rastlıyorsunuz ki tüketiciler ürününüzün tüm detaylarını sizden iyi tanıyor. Örneğin otomobiller için internette yapılan kullanıcıdan çıkmış detaylı analiz ve yorumları eminim şirket içinden çoğu kişi bilmiyordur.

Geleneksel medya yöntemleriyle iletilen mesajların etkisinin giderek azaldığını aşağıdaki veriler gösteriyor. Her araştırma şirketinin datalarını sizlerle paylaşmıyorum, fakat Nielsen gibi kaliteli bir araştırma şirketinin verileri değerli ve itibar edilesidir. 2012 yılında Nielsen'in 56 farklı ülkede 28 bin kişiyle yaptığı online tüketici araştırmasına göz atalım, ankete katılanlara hangi reklam türüne güvenmeye meyilli oldukları soruluyor.


Araştırmaya katılanların %70'inin internetteki  tüketici değerlendirmelerini güvenilir buluyor. Televizyon reklamlarını inandırıcı bulanların oranı ise yalnızca %47.Anlayacağınız artık televizyondaki reklamların inandırıcılığı, markanız hakkında hiç tanımadığınız birinin online yaptığı yorumun inandırıcılığından daha düşük.

İletişim kanalları değişti, e tabii müşteri de değişti. Birkaç sosyal medya analitik ya da takip aracıyla bunları incelemeniz, analiz etmeniz tek başına
yeterli değil.

Peki Ne Yapmalı?

Müşterilerinizden CRM sisteminize akan geribildirimlerin hiçbirine cevap vermediğinizi, sadece olup bitenleri izlediğinizi düşünün. Böyle bir politika, online ortamda hakkınızda söylenenlere müdahele etmemenizle tamamen aynı. 

Eğer bir forumda markanızla ilgili olumsuz bir görüşü 20 bin kişi görüntülemişse ve siz hala olup biteni kollarınız bağlayıp izliyorsanız reklamlara o kadar para harcamınıza hiç gerek yok. Yapmanız gereken şey agresif bir politika izlemek, yani müşterileri dinlemek ve kısa süre içinde yanıt vermek. Forumlara ve bloglara sosyal ajanlarınızı sokarak markanızın imajını tazelemek.

Fakat sosyal ajanın dikkat etmesi gereken en önemli şey olaya bir müşteri olarak yaklaşabilmek ve tartışmanın ahengini bozmadan tartışmaya müdahele etmek. Markayı savunurken bir fanatik gibi, diğer rakipleri küçümseyerek yapılacak her yorum şüpheleri sosyal ajanın üzerine çekeceği için, çaktırmadan, ince ince laf aralarına girip, gerçekçi karşılaştırmalar yaparak, hatta gerekirse çaktırmadan savunduğu markanın ürününün eksik kaldığı yanı açıkça belirtecek, netice olarak rakiplere göre avantajlı yanlarını ağır tartacak biri olmalı sosyal ajan.

SosyalMedyacci'nin Notu: Agresiflik her zaman kötü değildir. Gerektiği zaman gerekli cümleyi söylemek kimi zaman marka kurtarır. Kendinizi düşünün, son yıllarda kaç tane ürünü internetteki yorumlara bakarak satın aldınız ya da satın almaktan vazgeçtiniz? Hala başkalarının bunu yapmadığını mı düşünüyorsunuz? Markaların da artık online ortamda müdaheleci gizli müşterilere ihtiyacı var. Onların adı SOSYAL AJAN.

24 Temmuz 2012 Salı

Sosyal Ticaretin Geleceği Var Mı?

İnternetten ilk aldığım ürünü hatırlıyorum, hepsiburadadan aldığım bir cep telefonuydu .Piyasa fiyatlarıyla karşılaştırdığımda en düşük fiyat internetteydi. İtiraf ediyorum, bir güven sorunum da vardı.Daha sonra sıkı bir araştırmaya koyuldum. Acaba bu alışveriş güvenli mi? Kredi kartı bilgilerimi görmediğim, tanımadığım birine teslim etmem başıma sorun açar mı? Araştırdığımda online ticaretin riskinin özellikle SSL sertifikası olan sitelerde minimum olduğu kanaatine ulaştım ve telefonu satın aldım, geldi, uzun süre kullandım.

Anlayacağınız ilk online satın alma hikayem mutlu sonla bitmişti, bu durum daha sonraki satınalma davranışlarımı büyük kısmını dijitale kaydırdı. Bu adamların piyasadaki fiyatlardan ucuza satması normal diye düşündüm, yapboz parçaları biribirini bulmaya başladı...

Stok maliyetleri düşük, mağaza açmak zorunda değiller, klima kullanmalarına gerek yok, pazarlama maliyeti düşük. Hem kredi kartı bilgilerimin çalınma ihtimali dışarıda daha fazla- malum o sıralar bazı restoranlarda kredi kartı bilgilerinin kopyalandığına dair haberler dolanıyordu-diye düşünmüştüm.

E- ticaret sektörüne baktığınızda son yıllarda kazandığı ivme hayret verici. Türk tüketici dijtal ortamdan satın aldığı ürünlerin sayısını her geçen gün arttırıyor. Hepsiburada gibi sitelerle online alışverişe alışan tüketici; markafoni, trendyol, grupanya gibi e-alışveriş siteleriyle ısınma turunu tamamladı. Tüketicinin internetten ürün almadaki çekingenliğinin en önemli nedeni sanal mecraya duyduğu güven bunalımıydı. Bankaların, internet sitelerinden bağımsız
kendi güvenlik önlemlerini alarak, müşteriyi korumalarıyla bu güven bunalımı gitgide kırılmaya başladı.

Artık yeni yeni sosyal ticaretten bahsediliyor. 

Peki Sosyal Ticaret Nedir?

Yıllardır internet üzerinden yaptığımız alışverişin sosyal medya siteleri üzerinden satışı veya  sosyal medyanın iki ana ögesi olan paylaşımın ve etkileşimin  birinci dereceden etkili olduğu satışlar diyebiliriz. Bazı markalar bunun örneklerini yapıp facebook dükkanları açtılar. Bu markalar her ne kadar trendy olarak bir algı yaratsa da sosyal ticaretin F-ticaret(facebook ticaret) kısmı süreklilik sağlayarak, markalar tarafından şimdilik genel kabul görmedi.

Bazı görüşler F-ticaretin yaygınlaşacağını ve hayatımızın merkezine oturacağını savunurken, bazıları Facebook dükkanlarının saçma ve gereksiz bir iş olduğunu savunuyor. Hunch'ın CEO'su Chris Dickson Twitter'dan '' Facebook Starbucks gibi herkesin takıldığı, fakat kimsenin birşey almadığı bir yer'' dedi. (Starbucks, yurtdışında kahve alınmasa dahi oturup sohbet etmek veya internete girmek için sık sık kullanılıyor)

Mark Zuckerberg, sosyal ticareti geleceğin ticareti olarak yorumlarken kafalarda soru işareti bırakıyor, nitekim sosyal ticaretin en çok Facebook'un işine yarayacağını düşünüyor olabilir, kısaca el altından reklam yapıyor olabilir. 

Çünkü Facebook kullanıcılarına hala izah etmekte zorlandığı kişisel bilgilerin ihlaline ilişkin durumdan ötürü reklam gelirlerinin azalacağını tahmin etmesi olası. Bu yüzden reklam gelirlerini arttırmak için yeni senaryoları kovalıyor olması muhtemel.

Bu doğrultuda, Facebook’un like butonundan sonra devreye ikinci popüler butonu olmasını umduğu ‘’want’’ butonunu sokacağı konuşuluyor. Nitekim programcı Tom Waddington Facebook yazılımının kodlarının içine ‘’want’’ butonun dahil edildiğini keşfetti. Peki bu ‘’Want’’ butonu ne işe yarayacak?

Diyelim Facebook’ta Diesel’i beğeniyorsunuz, hoş güzel ama siz Diesel’in hangi ürünlerini beğeniyorsunuz? Pantalonlarını mı? Takılarını mı? Ayakkabılarını mı? Bu hala muallakta. Ayrıca beğendiğiniz markanın hangi ürününü satın almak istiyorsunuz? Bir markanın  bir ürününü satın almak istediğinizde ‘’want’’ butonuna basıp o markanın internet sitesine ya da Facebook’taki dükkanına yönlendirilip ürünü satın alabileceksiniz. Reklamverenler için ‘’want’’ butonunun başka bir faydası da reklamverenlerin reklamlarının yalnızca ilgili ürünü ‘’want’’eden kişilere gösterilmesini Facebook’tan talep edecek olmaları. Böylece reklamverenler için paralar boşa gitmeyecek ve doğru hedef kitleye doğru reklam isabeti artacak. Olayın  ''want''(istiyorum) tuşuyla sınırlı kalmayacağı biliniyor. ''Ben buna sahibim'' gibi satınalma davranışlarınıza ilişkin birkaç farklı buton da devreye girecek.

Sosyal ticaretin yalnızca F-Ticaret olarak görülmesi en büyük hata olur. Burada olay yalnızca Facebook üzerinden satış yapmak değil, sosyal medya ile online ticareti içiçe sürdürmek.

Sosyal Ticaretin Başarılı Örnekleri Var mı?

TheFancy: Sosyal ticaret dünyada yeni yeni duyulurken başarılı örnekler de geliyor. Bunlardan en önemlisi TheFancy. Thefancy, Pinterest gibi bir resim imleme sitesi olarak hayatına başladı. Daha sonra vardığı nokta bundan sonraki girişimlere örnek teşkil edecek kapasitede bir sosyal ticaret sitesi oldu. Şu anda markalar ve tüketiciler fancyledikleri ürünleri satın alabiliyorlar. Bu ya direkt fancy üzerinden bulunan mağazalarla ya da web sitesine yönlendirilerek oluyor. Resmi görüyorsunuz, fancyliyorsunuz ve satın alıyorsunuz. Siteye giriş Facebook ya da Twitter hesabınız üzerinden gerçekleştiği için Fancy'deki beğenileriniz, satın aldıklarınız vb. hesaplarınızda görüntüleniyor. Fancy'de takip ettiğiniz markaların size özel indirimleri olabiliyor.


Fantasy Shopper: Hala beta sürümde olan bu mucizevi sitede neredeyse herşey sanal. Siz küçük görevleri yerine getirdikçe sanal poundlar kazanıyor ve alışveriş yapma hakkı kazanıyorsunuz. Markalar ürünlerini böylece fantasy shopper aracılığıyla tanıtabiliyor. Eğer ''gerçekten satın al'' tuşuna basarsanız,markanın sitesine yönlendiriliyorsunuz. Bu site neden farklı? Çünkü ''oyunlaştırma'', ''müşteri deneyimi'' ve ''e-ticaret''i bir arada sunuyor. Özellikle bayanlar arasında popüler olacaktır.


SosyalMedyacci'nin Notu: Sosyal ticaretin yalnızca Facebook dükkanı olarak algılanması bu işin geleceği olmadığını düşündürüyor. Fakat sosyal ticaret, sosyal medyanın e-ticaretle kurduğu birliktelik olarak değerlendirmeli ve emin olun bu birliktelik uzun soluklu olacak. Blogları üzerinden ürün satarak para kazananlar, satış siteleri üzerinden içerik yayınlamak zorunda kalanlar... Sosyal medyayı iliklerimize kadar hissedeceğiz... Klout skoru yüksek olan kişilerin ilgili ürünü sosyal medya hesaplarında paylaştıklarında büyük indirimler kazanması desem, yeterince açıklamış olur muyum?

19 Temmuz 2012 Perşembe

Starbucks'ın Sosyal Medya Krizi: Özür Dilemek Bazen Başınıza Bela Açabilir

Sosyal medya krizinin kimin kapısını çalacağı hiç belli olmuyor. Starbucks’tan aldığınız kahvenin ücretinin yarısı muhtemelen Starbucks’ın pazarlama departmanına gidiyor, ( tamam biraz abarttım ) yine de bu durum sosyal medyada kriz seslerinin yükselmesine engel olmuyor. Starbucks'ın sosyal medyadaki yüzü: Socialbucks isimli yazıda Starbucks’ın sosyal medya araçlarını kullanarak marka değerine değer kattığından bahsetmiştim.  


Sosyal medya Starbucks için her şey demek, Twitter’da 3 milyona yakın takipçiyi etkileşimleştirmek kolay bir şey değil. 3 milyon tane takipçinizin olması her zaman lehinize olmuyor tabii. Eğer bu kişiler markanızın fanatiği değil ve sizi takip etmek için takip ediyorlarsa açığınızı bulduğunda affetmiyorlar. Nitekim birkaç gün önce Starbucks’ın Arjantin hesabından (ki yalnızca 38 bin takipçisi var)  atılan tweet ortalığı ayağa kaldırdı. Birçok yazımda şirket krizlerinin sosyal medyadaki çıkış sebeplerinin birkaç unsura dayandığını söylemiştim, özellikle personel hatasından kaynaklananların. Irk, din, dil gibi kavramların üzerinde hassasiyetle durulması gerek. Ucundan sonundan, kıyısından köşesinden bu değer yargılarına dokunuyorsanız geçmiş olsun. 


Borusan Holding’de yaşanan aslında bir din kriziydi, Onur Air’da yaşanan ülkenin etik değerleri ile ilgiliydi. Starbucks’ınki de farklı olmadı. İnsan her yerde insan ve belli başlı şeylere vereceği tepkiler, eğilimler üç aşağı beş yukarı aynı. Bunun dışında  Avrupa ülkeleri konulara daha alaycı yaklaşabilirken, Akdeniz ülkeleri daha duygusal yaklaşıp ''yok edici'' tepkiler veriyorlar.  Birkaç gün önce yaşanan Starbucks’ın sosyal medya krizinin çıkış nedeni, bundan bir süre önce dünyayı kasıp kavurmuş fast food zinciri McDonalds’ın yaşadığı hashtag kriziyle paralel.


-İkisinde de krizin çıkış kaynağı mikroblog sitesi Twitter.


-İki krizde de her şey bir twitle başladı.


-İkisinde de negatif viral hızlı gelişti.


Fakat farklı olan şey hanehalkının verdiği tepkilerin farklılığı. Arjantin ahalisi milliyetçilik damarıyla cevap verirken, USA ahalisi alaycılık edasıyla cevap verdi.


Nereden çıktı Starbucks’ın Sosyal Medya Krizi?


Herşey bir itirafla başladı. Takipçilerine şeffaf olmak isteyen Starbucks Argentino birkaç gün önce olay twitini postaladı.


‘’ Elimizdeki stokların geçici olarak tükenmesine paralel olarak,  bazı işletmelerimiz Arjantin’de üretilen bardakları kullanmaktadır.  Bundan ötürü özür dileriz.’’


Tamam şirketlerin hatalarından ötürü özür dilemeleri güzel de ortada bir dolandırıcılık yokken ‘’özür dilemek’’ neden?


Bu cümleyi kendi ülkemize uyarlayalım.


‘’ Elimizdeki stokların geçici olarak tükenmesine paralel olarak,  bazı işletmelerimiz Türkiye’de üretilen bardakları kullanmakta.  Bundan ötürü özür dileriz.’’


Bu cümleden ne anlıyoruz?


1- Yabancı mallar kalitelidir.
2- Türk malları kötüdür.
3- Türkiye’de üretilen bardaklar kalitesizdir.
4- Nasıl yani, adam gelmiş benim ülkemde para kazanıyor, bir de ‘’mücbir sebeplerden ötürü sizin malınızı üretim sürecimize dahil ettik pardon’’ diye özür diliyor.


Arjantinliler’in tepkileri de farklı olmadı, #pedimosdisculpas (#özürdileriz) hashtagiyle binlerce twit atıldı. Olayın çıkmasından sonraki grafikte 16 Temmuz'da 11629 tane kayda değer twitin atıldığı görülüyor.Bu arada sonuçların Topsy'nin verileri olduğunu hatırlatmakta fayda var. Topsy'nin kayda değer veri olarak nitelendirdiği twitler, retwit edilen ya da içinde link bulunduran twitlerdir, dolayısıyla twit miktarı çok daha fazladır.




SosyalMedyacci'nin Notu: Sosyal Medya enteresan bir mecra. Starbucks muhtemelen özür dilemenin kendisini uçuruma götüreceğini düşünememişti. Özellikle son 10 senedir Arjantin hükümetinin milliyetçi politikalar izlediği biliniyor. Dolayısıyla halkın milliyetçilik duyguları tavan yapmış durumda. Ayrıca hükümetin ''yerli malı'' kullanımını teşvik ettiği, ithalata çeşitli sınırlamalar getirdiğini düşünürsek bu krizin çıkması anlam kazanıyor.


McDonalds ve Starbucks'ın yaşadığı sosyal medya kriz vakalarının öğrettiği bazı şeyler var:


1- Ucu açık sorularla bir hashtag kampanyası başlatıyorsan iyi düşün
(McDonalds)


2- Din, dil, ırk ve milliyetçilik. Bu konulara yaklaşma.

17 Temmuz 2012 Salı

Darağacında Da Olsak, Son Sözümüz: ‘’Oyunlaştırma’’

Son zamanlarda giderek daha fazla duyulmaya başladı bu kavram. İngilizce tabiri ile  ''gamification''.


Daha fazla ürün satmak için, kullanıcılara duygusal olarak yakınlaşmak için gelişen bir kavram oyunlaştırma. Nedir bu oyunlaştırma?


Şöyle bir çocukluğunuza dönün. Play-doh, puzzle, dama... Ya da daha henüz bebekken oynadığımız ''simite halka yerleştirme oyunu''. Bu oyunların hepsinin ortak özelliği '' zekanızı geliştirmesi'' idi. Düşününce geçmişi, oynadığınız oyuncakları, anılarınız canlanıyor değil mi? Küçükken oynadığımız oyunlar, onların hikayeleri çoğumuzda derin izler bırakır, tozlu raflardan indirdiğiniz oyuncaklarınız gözlerinizi bile yaşartabilir. Neden mi? Çünkü oyunlar duygusal bağ yaratır. Oyunların genel olarak iletişim dili ''duygulara'' hitap eder. Yıllar sonra olmadık bir anda, küçücük bir bağlantıyla yeniden gözünüzün önüne gelir. Oyun, öğretir, eğlendirir, hatırlatır.


Eğlendirerek öğretmek, eğitimde en çok kullanılan, en etkili metodlardan biri. Bu aslında psikolojik bir kırılma. Zevk alarak yaptığınız her eylemi hayatınıza daha hızlı kabul edersiniz. O zaman sıkıcı ders saatleri birer oyuna, nefret edilen çalışma saatleri ise partiye dönüşebilir.


Markalar da bunu, kalbimize giden yolun oyundan geçtiğini biliyorlar. Doğduğumuzdan beri hayatımızda oyunları, kendi yöntemleriyle bünyelerine adapte ediyorlar. Daha çok satmak, hatırlanmak, konuşulmak istiyorlar. Oyunlaştırmanın diğer bir nedeni markaların geleneksel mesajlarla bünyenize nüfuz etmelerinin bir hayli zorlaşması. Bir ödül olmalı, rekabet yaratmalıyım, ortaya bir problem koymalı ve onu çözdüklerinde ''ne kadar da yeteneklisin'' demeli ve ona bir hediye vermeliyim diye düşünmeye başladı markalar.


''Oyunlaştırma'' markalar için inovatif bir pazarlama yöntemi. ''Kötü ürün iyi pazarlama ile fazlaca satılabilir, fakat iyi ürün kötü pazarlama ile sınırlı miktarda satılır'' lafını kulaklarına küpe etmiş olsalar gerek, sıradan bir malı bile oyunlaştırarak satabiliyorlar. Aslından buna bir pazarlama başarası demek gerekiyor.


Dönelim asıl kavrama ve oyunlaştırma nedir sorusunun cevabını arayalım. Bildiğimiz gibi her oyunun çeşitli kuralları vardır. Bu kurallar genel olarak rekabetçi bir ortamda belli bir ödüle ulaşmak için oyunun sınırlarını çizer. Ödüle ulaşmanız için önceden belirlenmiş bir problemi çözmeniz gerekir. Toparlayalım:
Oyunu oyun yapan faktörler:


Problem, hedef, ödül , rekabet (olmazsa olmaz değil) ve adrenalindir. 


''Eğlenme'' yerine adrenalin diyorum, çünkü eğlenmediğiniz fakat heyecanlandığınız, strese girdiğiniz bir özelliğe de bürünebilir oyunlar. ‘’Oyunlaştırma’’ satınalma davranışını genelde direkt etkilemese de oyuncuyla kurduğu bağ sayesinden markaya mutlaka orta-uzun vadede katkı sağlıyor.  Oyunlaştırma, müşteriyle bağ kurma arayışında geçirilen serüvenin son halkası. Oyunlaştırmanın en bilinen örneği herkesin yakından tanıdığı sadakat programları. Oyunlaştırmanın da amacı en nihayetinde sadakat yaratmak. Fakat sadakat yaratmak için sadakat göstermenin farz olduğunun bilinmesi gerek. Müşteriye verdiğiniz sözleri tutmazsanız yaptığınız çalışmalar tetristen öteye gidemez. İngilizce tabiriyle ‘’gamification’’ denilen oyunlaştırmanın başarılı örneklerini inceleyelim:


1- Crowdtap: Önceki yazılarda birçok defa geleceğin ‘’ veri’’ üzerinden şekilleneceğini paylaşmıştık. Şirketler doğru kitleye, doğru ürünü sunmak için müşteri verilerine özellikle ihtiyaç duymakta. Yurtdışında online olarak anket doldurarak hayatlarını sürdüren insanlar olduğunu duymuşsunuzdur. Fikirleriniz ve düşünceleriniz= PARA. Denklem bu kadar basit. Crowdtap de veri elde etmek için ‘’oyunlaştırma’’ kartını kullanmış, hem de işin içine sosyal medyanın efendisi Facebook’u katarak. Facebook üzerinden sisteme giriş yapıp şirketlerin sorularına cevap veriyorsunuz. Düşüncelerinizi söylüyorsunuz ve şirketler bunun karşılığında hayır işlerine yardım yapıyor.


Ne kadar yanıt, o kadar hayırişi ve ödül. Kurdukları iş modeli gerçekten saygı duyulacak cinsten. Nitekim, Mashable 2011’de Crowdtap’i gelecek vaat eden sosyal medya servisi seçmişti.


2- Gamify America: Bu model her zaman reklam yapmak için kullanılacak değil ya. Gamify isimli internet sitesi Amerika’da gerçekleşecek olacak seçimlerin nabzını insanları oynatarak tutuyor. (Durun ben de bir oy kullanayım, ya da kullanmayım: İkisine de vermiyorum.)


3- PepsiCo&Foursquare: Foursquare oyunlaştırma ile doğmuş bir aplikasyon. Bir yerlere check-in yapıyorsunuz, check-in yaptıkça rozet kazanıyorunuz, hediyeler, indirimler ardı ardına geliyor.  PepsiCo da foursquare ile birçok kampanya düzenledi. ''Summertime is Pepsi time'' ismini verdiği kampanya boyunca Pepsiyi foursquare'den takip eden ve sahil, park, bezbol sahası gibi yerlerde check-in yapan kişiler pepsi rozeti(badge) ile ödüllendirildi.


4- Mercedes Benz/Tweet Race: Gelmiş geçmiş en iyi oyunlaştırma örneğine aday. Neden mi? Mükemmel bir oyunlaştırma stratejisi için gerekli olan tüm ögelere sahip. Problem, hedef, ödül ve adrenalin...


3 farklı Mercedes takımı kuruldu. Bu Mercedes takımları belirli bir bölgeye ulaşmak zorundaydı. Arabaların ilerlemesi için ise takım destekçilerinin takım isimlerini hashtag ile mention etmeleri gerekiyordu. Arabalar her 4 mentionda 1 mil yol kat edebiliyorlardı. Yarışma sonunda her takım için tweet atan kişiler arasından yapılacak çekilişle 2 kişilik VIP gezi hediye edildi.


-
SosyalMedyacci’nin Notu: Tüm çabalar insani marka olabilmek ve dijital evrimi tamamlamak için. Şirketlerin yarınları teknolojiye ve müşteriyle bağ kurabilmeye bağlı. Bu yaşam savaşında şirketlerin son sözü şu olacak gibi; ‘’Darağacında Da Olsak, Son Sözümüz: Oyunlaştırma’’

14 Temmuz 2012 Cumartesi

Yandex, Google'ı Tahtından Edebilir Mi?

Rus menşeyli Yandex, arama motoru pazarına iddialı bir giriş yaptı. Arama motoru pazarının doymuş bir pazar olduğunu söylemek oldukça güç. Özellikle Türkiye'de büyük bir rekabet açığı var ve Google yüzde 99'larda seyreden pazar payıyla dominant bir yapı sergiliyor.


Google’ın globalde de domine ettiği bu pazarda, yahoo, bing, msn ve AOL küçük oyuncular olarak var olma savaşı veriyorlar. Yahoo’nun 10 sene öncesine kadar Google’ı satın alması söz konusuyken, bugün gelinen nokta arama motoru camiasının acımasızlığı gözler önüne seriyor. Aslında bu acımasızlık teknoloji şirketlerinin tamamı için geçerli. Kodak’ın yaşadığı ortada, Nokia’nın iflas günü piyasa tarafından dillendirilmeye başladı, Microsoft bile 5 sene sonrasını muhtemelen göremiyor… (Belirtmekte fayda var, bu kadar iflas beklentisi umarım Avrupa’da beklenen çok daha büyük bir krizin ayak sesleri değildir, çünkü bugünlerde otomotiv devi Fransız Peugeot’un 8 bin kişiyi işten çıkaracağını duyurması şok etkisi yarattı.)


Şu bir gerçek ki, geleceğin şirketleri inanılmaz derecede verimli, verimsiz kaynaklarını biran evvel tasfiye eden, müşteriyi merkeze koyan, teknoloji-pazarlama karmasını harmanlayan ve sosyal medyayı iyi kullanan şirketler olacak. İşte bu noktada Yandex birşeyi çok iyi yapıyor. Amerika’yı yeniden keşfetmek yerine, keşfedilmiş Amerika’ya farklı bir Rus ürünü sunuyor. O da Kristoph Colomb edasıyla haritacılık. Türkiye pazarındaki müşterilerini, onların elinde olmayan, özlemini çektiği bir hizmete kavuşturuyor. Yandex'in haritaları Google Maps’in boy ölçüşemeyeceği kadar güncel. Hepimizin ‘’ ah şu Google Streetview bir de Türkiye için olsa’’ dediğini duymuş olsa gerek, Türkiye’nin büyük şehirlerinde canlı seyahata imkan tanıyan bir uygulamaya can veriyor.(Panaromayı buradan inceleyebilir, gezinti yapabilirsiniz). Ayrıca sundukları trafik bilgisi hizmeti de yabana atılmayacak cinsten. Sundukları ayrıntılı istatistik servisi olan ''Metrica''nın geliştirildiği takdirde Analytics'e rakip olamaması için bir neden yok.


Bunun yanında Yandex, sosyal medyanın en büyük oyuncularından olan mikroblog sitesi Twitter'ı kendi bünyesine entegre etmiş. Twitter'da neler olup bittiğine dair arama yapılmasına olanak tanıyan mini bir arama motoruyla bizi selamlıyor.


Yandex'in iyi yaptığı işlerden birisi de işin ''pazarlama'' kısmı.Tv'lerde sık sık yayınlanan reklamlarıyla başarılı bir viral yarattılar ve birçok kişiyi ''neymiş bu yandex'' diyerek yandexle tanıştırdılar. (Tabii yandex'e girmek için hala google arama motorunu kullananlar ironi yaratıyor olsa gerek) Reklamı hatırlayalım:


Bunun yanısıra,Yandex üzerinden yapılan twitter aramalarına dikkat çekmek için hazırladıkları internette gezinirken sık sık rastladığımız bannerlarıyla ''oğlumbakgit'' in popülaritesinden epeyce faydalanıyorlar.

Son olarak Doğan Holding'ten Mehmet Ali Yalçındağ'ı Türkiye Yönetim Kurulu Başkanlığı'na atayan Yandex, Türkiye pazarı için ne kadar ciddi olduğunu bir kez daha gösterdi. Bazı kişiler tarafından internet medyası için doğru kişinin Yalçındağ olmadığı söylense de, Doğan Yayın Holding'in sosyal medyayı ve internet reklamcılığını geleneksel medyayla ne kadar iyi harmonize ettiğini unutmamak gerek. Ayrıca Mehmet Ali Yalçındağ'ın bir arama motoru şirketine transferi dahi o arama motorunun konuşulmasını sağlıyor. Bunun dışında Yandex, Yalçındağ'ın sektördeki nüfuzundan faydalanmayı düşünmüş olabilir. medyanın raconunu ve mevzuatlarını iyi bilen bir isimle Yandex, pazardaki yerini sağlamlaştıracaktır.


SosyalMedyacci'nin Notu: Dünyada giderek artan kutuplaşmanın baş aktörleri Rusya ve Amerika olarak ortaya çıkıyor. Tüm insanlığın tercih edeceği şey, savaşların bombalarla değil, bilişim ve teknolojiyle olmasından yana. Amerika'nın Google'ı mı Rusya'nın Yandex'i mi diye sorarsanız, Yandex'in Google tarafından ciddi bir tehdit olarak algılanması biraz zaman alacak. Fakat Google'ın açıklarını yakalayarak adeta bir gerilla rolüne bürünen Yandex, Doğan online'ı da arkasına alırsa Google Türkiye için tehlike çanları çalmaya başlayacaktır. Bu sanal savaşta Google, Yandex'in nefesini ensesinde hissetmeden önce bir şeyi hatırlamalı: Rakibi küçümsemek, maça 1-0 yenik başlamaktır.

12 Temmuz 2012 Perşembe

İyi Bir Bloga Sahip Olmanın 10 Altın Kuralı

Kimi günce tutmak ve hayatını paylaşmak, kimi yeni müşteriler kazanmak ve müşterilerine yakınlaşmak için, kimi alanında isim yapmak için bir blog hesabı alıp, başlıyor yazmaya. Bir blogu olan neredeyse herkesin ortak amacı: Daha çok okuyucuya ulaşmak. Bu yolda başarılı olanlar kadar hevesi kursağında kalanlar da var. Eminim, bu yazıyı okuyan herkesin aklından bir kere geçmiştir bloga sahip olmak, bazılarının ise halihazırda aktif olan blogları vardır.

Başarılı bir blog için aşağıdaki kurallardan önce gerçekleşmesi gereken bir konu var. O da severek yazmak. Yani, sırf başkaları istiyor diye zorla birşeyi yazmak kaleminize(klavyenize) yansıyor. O yüzden talep edilenden çok yazmayı istediğiniz, yazdıklarınızın arkasında durabileceğiniz satırları kaleme almanız gerek. Sizin sevmeyerek yazdığınız birşeyi, başkalarının fark etmesi zor değil. 

''Severek, zevk alarak‘‘ yazmak yerine başkaları için içerik üretmeye başladığınızda okuyucularınızın kölesi oluyorsunuz. Yazmaktan zevk aldığınız bir konuda ise klavyenizi kontrol edemez hale gelmeniz içten bile değil. Bırakıyorsunuz parmaklarınızı, onlar görevlerini en iyi şekilde icra ediyor. Yazmak herkesin harcı değil, o ayrı konu. Bu durumun zekayla da çok ilgisi yok, mükemmel bloglara sahip kişilerden çok daha zeki olan, fakat düşüncelerini, bilgilerini yazıya dökemeyen çok fazla kişi var. Öte yandan iyi bir bloga sahip olmanın ne olduğu da tam olarak açık değil. Bu daha çok ‚‘beklenti‘‘ ile alakalı bir durum. Aklınızdan geçenleri mükemmel ifade ettiğinizde mi kendinizi gerçekleştiriyorsunuz, içeriğiniz paylaşılınca mı, twitter’da takipçi kazanınca mı, alexa verileriniz iyileşince mi, blogunuz aracılığıyla sizi tanıyanlar ürününüzü satın almak isteyince mi, içeriğinizin altında yorumlar tartışmalar yaşanınca mı?… Listeye siz de birşeyler ekleyebilirsiniz.

Fakat genel olarak düşündüğümüzde, sadakatli ziyaretçilere sahip olan bloglara iyi blog diyebiliriz. İşte böyle bir bloga sahip olmanın püf noktaları;

 1-Sade Tasarım

Unutmayın ki ziyaretçileriniz blogunuzu  ziyaret ettiklerinde dikkatlerini çeken ilk şey sitenin estetiği. Karışık menüler, tasarımı abartılmış eklentiler kullanmayın. Okuyucularınızı içeriğinize odaklayın. Dünyanın en çok takip edilen bloglarına baktığınızda çoğunun sade bir tasarıma sahip olduğunu görürsünüz.
Simplicity is beauty...( Sadelik güzelliktir).

 2-Anlaşılır İçerik

Düşündüğünüz herşeyi yazıya dökmeyin ya da herşeyi yayınlamayın. Ne kadar fazla içerik o kadar fazla ziyaretçi mantığından uzaklaşın. Yazılarınızda insanları sıkacak ya da gerecek anlatımlara girmeyin. Giderek müşteri odaklı çalışmaya başlayan şirketlerin bulunduğu bir gezegende, siz de okuyucu odaklı ve anlaşılması kolay yazılar yayınlamalısınız. Dilinizi yalınlaştırmalısınız.

3-Eğlendiren, Bilgi veren, Fark Yaratan İçerik

Yalın ve anlaşılır bir dil kullanmak tek başına işe yaramaz. İnsanlara okuyunca zevk alacağı bilgiler vermelisiniz. Öyle bir dil kullanmalısınız ki takipçileriniz sırf eğlenmek için bile blogunuzu ziyaret etmeli. Başka yerlerde arayıp bulamayacakları içerikleri oluşturmanız da fena olmaz.

4-Video&Resim gibi görsellerle desteklenmesi

Resim ve video gibi görsel ögelerle desteklenen bloglar her zaman  revaçtadır. Yalnızca resim çekici geldiği için bile içeriğinizi tıklayan okuyucu sayısı azımsanmayacak seviyede. Konuyla ilgili videolar ise ziyaretçilerinizi eğlendirirken sitede kalış sürelerini uzatır, bu ise SEO için fena olmaz.

5- Sık Güncelleme

Herşeyden önce sırf blogu sık güncellemek için verimsiz içerikler yayınlamanın hiçbir getirisi olmadığını bilmelisiniz. Kalburüstü içeriklerlerle sık güncellenen bir site arama motorları tarafından iyi karşılanır, bunun da ötesinde insanlar sitenizi ziyaret etmeye devam ederler. Güncelleme sıklığınızı azalttığınızda ziyaret saysının azaldığını görürsünüz, bunun sebepleri;

1- Güncellemeniz az olduğu için, arama motorlarında yapılan aramalarda içeriğiniz arka planlara atılır.

2- Blogunuzdaki toplam kelime sayısı az olduğu ve muhtemelen anahtar kelimeleriniz sık tekrar edilmediği için, üst sıralarda görünmek istediğiniz anahtar kelimelerde başarısız olursunuz.

3- Ziyaretçiler içeriğinizi beğenirse bir kez daha siteye dönerek yani ikinci bir ziyaret yaparak ‚‘yeni neler var‘‘ diye kontrol ederler. Birşey bulamazlarsa 3. ziyareti gerçekleştirmezler.

İşin özü bir bloga haftada en az üç kere yazı gönderilmelidir. Daha azı yetersiz olur, fazlası ise muhtemelen kalitesiz olur.( burada kasıt özgün içeriktir )

6- Referans gösterme

Başkalarının sizi referans göstermesi için öncelikle saygın bir bloga sahip olmalı ve çaktırmadan arakladığınız yazılarda referans göstermeli, aldığınız kaynağı belirtmelisiniz. Verdiğiniz bilgilerin güvenilirliğinin okuyucular tarafından test edilmesini istemiyorsanız, yola kaynakları paylaşarak devam edin.
 Saygı kazanmak için saygı göstermek gerekir…

7-Tıklanabilir Başlık

Mükemmel içerikler dahi tıklanmadan sönüp kaybolabilir. Böyle olmasını istemiyorsanız can alıcı başlıklar seçmelisiniz. Tıklanmaya en müsait başlıklar soru şeklinde olanlar ( örneğin; facebook neden başarılı oldu ) ya da rakam içerenlerdir. ( örneğin; Kariyerinizde 5 Önemli Adım ). Bu iki başlık türü dışında tıklanmaya teşvik eden diğer başlıklar insanların duygularına yönelen ve dikkat çeken başlıklardır. ( Örneğin; ‚‘Mutluluk Gelip Geçici Midir?‘‘,  ‚‘Teknolojinin A’sı B’si‘‘ vb. )

8-Kaliteli Bağlantılara Yönlendirme

 Bazı kişiler siteden başka sitelere link gönderdiklerinde bu durumun seo açısından kötü olduğunu düşünür ( neden? Çünkü bu kişilere göre google  ‚‘ kendi içeriği değerli olsaydı başka sitelere link verip durmazdı‘‘ diye düşünüyor). Aslında özellikle son google güncellemesinden sonra böyle birşey geçerliliğini yitiriyor diyebiliriz.Giderek insanileşme çabası içine giren google, okuyucularını faydalı- konusuyla alakalı içeriklere gönderen blogları seviyor olsa gerek. Özellikle yönlendirme yaptığınız sitede okuyucuların geçirdiği süre fazlaysa, bir adım öndesiniz.

9-Odak İçerik

Birden fazla konu hakkında sık yazmak yerine, tek bir konu hakkında daha az yazmak tercih edilmeli. Başarılı bloglara baktığınızda çok sınırlı sayıda konu üzerine eğildiklerini görürsünüz. Böylece, okuyucların kafası karışmamış olur, sadakatli, o konuya gerçekten ilgi duyan kişileri siteye çekersiniz.

10-Sosyal Medya Entegrasyonu

Dünyada son zamanlarda başarılı bloglara baktığınızda bloglarındaki güncelleme sıklığı kadar, sosyal medya hesaplarında da aktif olduklarını görürsünüz. Aslında en az içerik kadar önemli olan diğer bir nokta, o içeriği yaymak için nasıl yöntemler izlendiğidir. Örneğin teknoloji hakkında bir blogunuz varsa, twitter’dan yeni içeriğinizin twitini atarken ‚‘teknoloji‘‘ hashtagiyle daha hızlı yayılabilirsiniz. Böylece twitter’da teknoloji araması yapan kişiler sizin içeriğinizi görür. Hedef kitlenize ulaşırsınız.

SosyalMedyacci’nin Notu: Bir blog sahibi olmak için hala çok geç değil. Bir bilgisayarınız varsa, herhangi bir ilginiz ya da uzmanlığınız varsa lisanslı bir yazar olmanıza gerek yok. Blog için paraya da ihtiyacınız yok. Sesinizi duyurmak için hemen bugün koyulun yola, başlayın yazmaya…