27 Haziran 2012 Çarşamba

Sosyal Medya Uzmanı Hayal Mi Gerçek Mi?

Bir haykırıştır gidiyor. Bir isyandır gidiyor, sosyal medyanın uzmanı olmaz diye. Fakat iş o kadar fanatik boyutlara ulaşıyor ki sosyal medyaya dair her şey, her türlü iş tanımı reddediliyor.  Herhalde başka bir meslekte ‘’uzman’’ olunsa bu kadar tartışılmazdı. Hem bu ülkede kim ‘’uzmanlık’’ sıfatını hakkıyla yapacak kadar kaliteli işler çıkarıyor ki? Böyle bir meslek grubu fazla var mı?

Benim geçmişteki düşüncem tabii ki sabit: ‘’ Sosyal Medya Uzmanı’’ adı altında tanımlanmış mesleği reddetmiştim. Çünkü bu işin uzmanı olmak değişimin uzmanı olmaktan geçiyor, çok genel bir kavram bu. Sosyal Medya uzmanı ne yapar ki? İçerik mi üretir? Markayı mı konumlandırır? Hesap mı yönetir? Web sitesini mi yönetir? Yüzlerce iş tanımı ortada gezmekte ve firmalar için hala ortak bir kanaat yok. Ne kötü değil mi? Bu kadar belirsizliğin dolaştığı bir ortamda sosyal medya uzmanının saygı görmesi giderek zorlaşıyor. Sosyal Medya Uzmanı sıfatıyla istihdam sağlamak ajansların işi. Kurumsal olduğunu iddia eden bir şirketin bu işin uzmanı olarak çalıştıracak kişiyi aramaktan çok sosyal medya araçlarını tanıyan, analiz yapabilen, online verileri yorumlama kabiliyetine sahip, algı yönetimini yönlendiren, dijtal devrimi şirkete kolay bir şekilde adapte edebilen, okuyan, trend takibi yapan, kurumsal kimliği bilen, marka iletişimini bilen yöneticilere,stratejistlere ihtiyacı var.

Bu işin bu kadar ayaklar altına alınmasının diğer bir sebebi birkaç yüz twitter takipçisi olanların, her içeriği 50 kez like edilenlerin, sosyal medyayı hayatının merkezine oturtup, onsuz yapamayanların, iletişimden anlamayanların ‘’sosyal medya uzmanı’’ sıfatıyla piyasa yapıyor olmaları. Bunu herkes için söylemiyorum tabii ki…

Herşeyden önce bu işin faydasının ne olduğunun net ve açık bir şekilde anlatılması gerekiyor. Kamuoyunun bilinçlendirilmesi gerekiyor. Twitter’da iki saniye önce başına ne geldiğini anlatanların gerçek uzmanlar olamayacağı gerçeğinin aydınlatılması gerekiyor. Dünyada sosyal medyayı pazarlama ve iletişim faaliyetlerinin ana unsuru haline getiren şirketler giderek çoğalıyor. Starbucks ise bunlardan yalnızca biri, adamlar iş planlarında alenen sosyal medyayı en tepeye koyuyorlar. Starbucks niye bir dünya markası da bizim kahvecilerimiz rağbet görmüyor, ne eksiğimiz var nağraları atmadan önce oturup biraz araştırmak lazım. Adamlar neyi doğru yapıyor? Ya biz neyi eksik yapıyoruz? Daha iyisini yapmak için elimizdeki araçlar neler? Onları verimli şekilde nasıl kullanabiliriz?

Mesleklerin iş tanımlarının tartışılması gereken bir ülkede yaşıyoruz. Gerçi mezun olduğu bölümle ilgili çalışamayan yüz binlerce insan varken, iş tanımlarının doğru yapılması hayalperestlikten öteye gidemezdi. Yine de yapılacaklar var. Sosyal medya uzmanı sıfatıyla iş yapanlar neden uzman olduklarını kanıtlayacak işler yapmalı, en azından başkalarının neden bunları yapamayacağına insanları ikna etmeli. Ayrıca gündem yaratmalı. Yaptığı işini içinde kaybolmamalı, son trendleri takip eden, analiz eden birey olmalı.

SosyalMedyacci’nin Notu: Marka iletişimi nedir bilmeyen, marka konumlandırmaktan bir haber, tüm zamanı içerikle geçeceği için ana dilini hakkıyla kullanamayan birinin sosyal medya uzmanı olması yalnızca bir hayal, gerçek olan şey ise henüz bunlardan fazla bulunmadığı.

26 Haziran 2012 Salı

Dijital Çağın 4P'si : Pazarlamanın Çöküşü

Bilirsiniz, Kotler'in 4P'si, ''pazarlama'' kavramının bile önüne geçmiştir. Amazon.com'a girdiğinizde 4P ile başlayan ya da biten çok fazla kitap görürsünüz. Efsaneleştirilen bir kavramdan bahsediyoruz. Kotler'in ortaya attığı bu kavramın başarıya ulaşmasında mutlaka popülist çıkışın etkisi var. Hem 4 tane kavram ortaya atacaksınız, hem de hepsi ''P'' ile başlayacak. 

Bu anlamda düşündüğünüzde Kotler yalnızca pazarlamanın babası olarak değil, 4P kavramını oluşturmasıyla viral bir pazarlamacı olarak da anılmalı, çünkü dilden dile müthiş yayılmış... 4P: Kısa,uyumlu,içinde rakam var... İnsanlara bu da ne dedirtiyor... Kotler ''4P'' yi ''pazarlamanın temel taşları'' gibi bir başlıkla ortaya atsaydı viral olmayacak ve 2012'de hala konuşulmayacaktı. 4P viral oldu diye erafta yüzlerce yeni 4P dolaşmaya başladı. Herkes kafasında olan bitenler, gelişmeler için ''p'' ile başlayan ingilizce kelimeler arıyor. Yapmayın bunu... Yeni bir viral olmanız imkansız. Ayrıca çoğu kelime ifade ettiklerinizi karşılmıyor. Kendi pazarlama karmalarınızı Kotlerleştirmenize gerek yok, bırakın, olduğu gibi ifade edin tezlerinizi. Kotler dahil çoğu pazarlamacı, geleneksel yöntemlerin zamanla etkisini yitirdiğine dikkat çekiyor. Kotler son zamanlardaki röpörtajlarında yeni çağda kendi kavramlarının ayakta durmasının zor olduğunu belirtiyor. O zaman yeni ''p'' leri açıklamanın tam zamanı, her ne kadar p ile başlamasa da...
 
1- Socialize (Sosyalleştir)

Neden sanal olduğunuzu hiç düşündünüz mü? Burada ne işim var diye kendinize sorduğunuzda ne cevap veriyorsunuz? Sosyalleştirmek için ordasınız. Yalnızca sosyalleşen siz değilsiniz, mesajlarını zı etkileşim içinde olan bir mecrada veriyorsunuz. Bırakın insanlar birbilerinin düşüncelerine katılmasınlar, eleştirsinler, hatta sizi bile eleştirsinler, izin verin. Markanızı muhabbetleştirin…

Sosyalleştirin…

2- Viralize (Viralleştir)

Paylaştığınız birşeyi insanların konuşmasının birkaç yolu vardır. Ya farklı, başka yerde duymadıkları bir bilgi verirsiniz, ya bilinen bir bilgiyi farklı bir anlatım biçimiyle yaparsınız, ya eğlendirirsiniz. Viralleşmesi için içeriğinizin paylaşılması gerekir, bunun için ise hikayenizin olması gerekir. Ahaliye videounuzu, yazınızı, twitinizi paylaşmaları için sebepler sunun. İçeriğinizi tamamladığınızda düşünün: İçeriğinizi paylaşmaları için hangi sebepleri verdiniz?

Viralleştirin…

3- Humanize (İnsanileştir)

Daha önceki insani markalar ile ilgili yazımda bahsetmiştim. Markanız artık nefes alıyor ve kalbi daha şiddetli atmaya başladı. Ayakta kalmak ve rekabete meydan okumak istiyorsanız onu insanileştirmek zorundasınız. İnsanların markanız hakkında edindikleri izlenim şöyle olmalı: Ne kadar sıcak, samimi ve içimizden bir marka. Dünyayı kurtaramayacağınız kesin, o yüzden müşterilerinize fazla tepeden bakmanız için nedenleriniz yok. Hele her şeyiniz bu kadar şeffaflaşmışken, siz hiçbir yere kaçamıyorken, saklanamıyorken.

İnsanileştirin…

4- Adaptize (Adapte Et)

Bundan 20 yıl önce internet evlerde yoktu, 10 sene önce sosyal medya tam anlamıyla yoktu ve dijital pazarlama yeni yeni konuşulur olmuştu, 5 sene önce pinterest yoktu. Bugün internet kullanmadan işlerini düzene koyabilen kaç tane şirket biliyorsunuz? Peki bundan 20 sene sonra ne olacak? Hem pazarlama, hem iletişim hem de medya adına büyük bir değişim yaşanıyor ve tarih yazılıyor. Bu tarihte kaybedenler listesine adınızı yazdırmak istemiyorsanız bu dijital evrim sürecine kendinizi hızla adapte etmelisiniz. Gerçekleri elinizin tersiyle reddetmek yerine, sosyal medyayı ve dijital dünyayı günlük işlerinize adapte etmelisiniz.

Adapte Edin…

SosyalMedyacci’nin Notu: Önümüzdeki yıllarda pazarlamanın çöküşüne hepimiz tanık olacağız. İletişim ise küllerinden doğacak. Madem bu kadar Kotlercisiniz, Kotler’in düşünceleri dahi değişirken (  Kotler; internet ve bilgi çağıyla birlikte, değiş-tokuş işlemleri tamamen alıcının kontrolüne geçtiğini belirtiyor ), siz neden değişmeyesiniz? Eğer hala gelecekten bahsediyorsanız, gelecek şimdi, hemen şimdi…

24 Haziran 2012 Pazar

Dijital Darwinizm'in Ayak Sesleri

Darwin’in evrim teorisinin üzerinden uzun zaman geçti. İnsanın varoluş hikayesiyle ilgili olan evrim süreci bugüne kadar çok tartışıldı ve tartışma hala güncelliğini koruyor.


Evrim sürecinin insanlık ile ilgili olan kısmını tartışma dışı bırakırsak, dijital devrim ve evrimin 2000’li yıllarla birlikte kendini iyiden iyiye hissettirmeye başladığını, 2007 yılından günümüze kadar gelen yakın tarihte ise patlama yaptığını söyleyebiliriz.


Ünlü sosyal medya düşünürü Brian Solis’in dijital darwinizm için yaptığı tanımın alt başlıkları:

  •   Tüketici davranışları değişiyor
  •   Şirketler değişiyor
  •   Teknoloji gelişiyor&değişiyor
  •  Sorun ise kurumların bu hızlı değişim ve evrim sürecine tüketici davranışları ve teknolojiye nazaran daha geç adapte olması. Şirketlerin teknolojik değişimi kendi bünyesine adapte etme konusunda geç kalması ve buna paralel olarak yaşam sürelerinin kısalması, yani evrimsel süreçte saf dışı kalması ve evrimini tamamlayamaması.

Bu dijital darwinizm iddiası, bana hep iktisadi bir kavram olan zaman tutarsızlığı kavramını hatırlatıyor. (uygulanan ekonomi politikalarının etkisinin önceden beklenmeyen bir zamanda ortaya çıkmasıyla yaşanılan sorunu). Her ikisi de zamanla adaptasyon sorunu yaşıyor.


Dijital darwinizm kavramının içinde ‘’evrim’’ geçtiğine göre bu başkalaşım yüzeysel bir değişimle sınırlanmasa gerek , dolayısıyla evrimden bahsetmek için köklü bir değişiklik olması, eskiye dair bağların iyiden iyiye kopması gerekiyor. Eğer dijital çağ bir evrim ise bu durumda çağın geldiği son nokta iletişim tarzının değişmesidir.


 İletişim tarzının değiştiği bu dönem, yani içerik ve sosyal medya dönemi eğer bir evrim sürecindeyse, bu süreç tamamlandığı vakit geçmişle ilgili bağlar tamamen kopacaktır. Kısaca geleneksel(muhafazakar) medya koltuğunu tamamen sosyal medya ve içeriğe devredecek, eriyip kaybolacaktır. Dolayısıyla ‘’dijital darwinizm’’ lafını ağzına alan herkes, aslında konvansiyonal medyanın bu evrim sürecinde sosyal medyanın içinde eriyerek kaybolacağından bahsetmektedir.


Peki markalar bu dijital evrim sürecine neden ayak uyduramamaktadır?


Marka bir insan ya da canlı değildir, yalnızca çalışanları istihdam eden,tam olarak somutlaştırılamayacak bir kavramdır. Markaların imajının olması bundandır. Marka imajı, yani bir markanın iyi ya da kötü olmasına karar vermemiz soyut bir olgudur. Coca-colaya dokunamazsınız, dokunduğunuz şey yalnızca üründür, markaya dokunmanız imkansızdır. Coca colaya bir şikeyet ulaştırdığınızda size dönen kişi bir insandır ve coca colanın kurumsal dilini temsil eder. Şirketlerin kurumsal yapıları, katı prosedürleri ve yerleşmiş gelenekleri markaları adeta kör etmektedir. Çalışanlar markayı yüceltip, içinde yaşadıkları kuruma yabancılaşır ve onu gözlerinde büyütürler, böylece markayı değiştirecek kişinin kendileri olduğuna inanmak yerine kurallara baş eğmeyi ve onlara itaat etmeyi beklerler. İşte sorun tam olarak budur, bu muhafazakar yapı dijital evrim sürecinde ya yok olacaktır ya da yok edilecektir.


Markalar Hayatta Kalmak İçin Ne Yapmalı?


 Hiç düşündüğünüz oldu mu, marka ve insan arasındaki benzerlikler neler diye?
  •  İkisinin de yaşam süresi sınırlıdır. Doğar, büyür ve ölür.
  •  İkisi de para kazanmayı-çoğu zaman- öncelik haline getirmiştir.
  • İki varlıkta maddi ve manevi krizlere açıktır. ( İnsanlar kalp krizi geçirir, ekonomik darboğazda olur, markalar itibar krizleri yaşar, ekonomik krizler yaşar.
  •  İkisinin de değerleri vardır(en azından iddia budur): İnsanların manevi değer olarak benimsedikleri ‘’ahlak,bayrak,din’’ gibi kavramlar markalar için çoğu zaman  ‘’etik,itibar,inovasyon’’ gibi değerlerle ikame edilir.
  • İkisi de yaşamı boyunca hatalar yapar.
Kısacası markalar ve insanlar benzer özellikleri taşırlar. İnsanların hayatlarını sürdürebilmesi için nasıl vücutlarındaki hücrelerin yenilenmesi, değişmesi gerekiyorsa, markaların da dijital çağa hızla adapte olması gerekiyor. Köklü bir değişim... Aksi durumda, yani teknoloji ve müşteri taleplerinin hızına ayak uyduramayarak, tökezlemeleri durumunda yaşam süreleri kısalıyor. Bir bukelamunun bulunduğu ortama ve duruma göre renk değiştirdiğindeki adaptasyon hızını, markalar da göstermek zorunda. Markalar insan gibi davranmak zorunda, insani markalar olmak zorunda. Bu evrim süreci ancak o zaman başarıyla tamamlanabiir.


SosyalMedyacci'nin Notu: Dijtal darwinizm'in ayak seslerinin yükseldiği şu günlerde şeffaf olan tüketici dostu markalar, teknoloji&tüketici-zaman uyumsuzluğunun üstesinden gelen markalar geleceğin markaları olacaklar. Tıpkı apple'ın yaptığı gibi.

21 Haziran 2012 Perşembe

İnsani Marka Yaratmanın 5 Kareası

''Humanbrands'' kavramını duyanlarınız vardır. Trendwatching, geçtiğimiz günlerde 2012 trend raporu altında yayınladığı dökümanda insani özellikler barındıran markaların bu senenin trendleri arasına gireceğini belirtti. Bir marka nasıl olur da insani özelliklere bürünür demeyin! Kimse markanızın yemek yemesini, nefes almasını falan beklemiyor. Samimi olmasını, yanlışlarını kabul etmesini, beceremediklerini bir daha tekrarlamamasını, insanlar gibi duygusal tepkiler vermesini bekliyor, akıl süzgecinden geçirilmiş duygusal tepkiler...

Diğer anlamda tüketiciye yukarıdan bakan markalar değil, onların içinden biriymiş gibi hareket etmeye çalışan markalar trend oluyor. Aslında bu durumu ‘’trend’’ kelimesiyle ki  ''trend'' popülerliği, gelip geçiciliği ifade eder, açıklamak adaletsiz olurdu. Düzeltip, markaların tekdüzelikten çıkıp sosyalleşmesi, evrim geçirmesi diyelim. 

Markalar bu keskin  değişimi yaşamak zorunda mı? Evet, hem de fazla zamanları yok. İnternet mecrasında kontrol artık tam anlamıyla markanızda değil,s osyal bir marka olmaya itiliyorsunuz.

Her zamanki gibi hatalar yapmalı, bunların nedenlerini samimi açıklayabilmelisiniz. Ders çıkarmayı öğrenmelisiniz. Şikayetleri bir tehdit olarak değil, fırsat olarak görmeyi başarabilmelisiniz.

Özür dileriz, ama online ortam kurumsal dilinize tahammülü olmayan bireylerle dolu. ''Bey'' ve ''Bayan'' sözcüklerinizin arkasına sakladığınız gerçek yüzünüzü görüyorlar, bildiğiniz '' yemiyorlar''.  Uzun lafın kısası, markanızı insanlaştırmanız gerek ve bunun için yapmanız gerekenler var. Neler mi?

 1- Samimi Olun

 Hepimiz biliyoruz ki markaları yaşatanlar çalışanlarıdır. Bu çalışanlar da insan olduğuna göre, bu kadar şeffaf bir ortamda '' sayın'', ''prosedür'' gibi sözcükleri sık sık tekrarlamanız kimseye cazip gelmiyor. Kurumsal dili bir kenara bırakın, bunu ilk yapanlardan biri siz olun. Örneğin twitter'da gelen bir şikayete '' Ali,üzgünüm. Bu sorunu ortadan kaldırmaya çalışıyoruz. Bu konuda sıkıntıları kısa sürede aşacağız.''Örneğin delta airlines'ın twitter hesabında müşteriye yazdıklarına bir bakın. Markayı tamamen kişiselleştirmiş. '' Bunu duyduğumdan ötürü çok üzgünüm, sana yardımcı olacağım'' gibi cümleleri sık sık tekrar ediyor. Bu arada, Sheakspeare'in dediklerini unutmayın:

''Samimi ol, fakat sakın laubali olma!'' ( Shakspeare )

 2- Sempatik Olun

Markanızın espri yeteneğinin olması fena olmazdı. Takipçilerinizin gönlünü onlardan biriymiş gibi davranarak fethedebilirsiniz. Tabii her zamanki gibi sınırlarınızı bilmelisiniz. Biraz muzurluk yapmamanız için nedenleriniz varsa, değişime ayak uydurmanız oldukça zorlaşacak. Enerjik olun, dinamik olun, sempatik olun...

 3- Katılımcı Olun

 Demokratik yönetimlerde katılımcılık ve çokseslilik esastır. Geleneksel medya düzene hakimken medyaya gerçek demokrasi gelmemişti, sosyal medya ile birlikte demokrasi çığlıkları daha gür çıkıyor. Derdini saydam bir ortamda dile getiren bireyle birlikte tabandan tavana giden bir medya düzeni oluşuyor.  SM politikanızda engagement esas ise, katılımcı olmak zaruridir. Onları katılımcı hale getirecek etkinlikler ise ‘’viral engagement’’ için olmazsa olmazlardandır.

4- Hatırlayın ve  Sadakat Gösterin

Markaların sadakat programlarını bilirsiniz. BP'nin müşteri sadakat programı gibi sadakat programlarının iki işlevi olur. Hem tüketiciyi markaya sadık hale getirirler ve bu şekilde tüketicinin rakip şirkete gitmesini engellerler, hem de müşteriyi markaya sadıklaştırırken onlara avantaj sağlayarak kendilerinin de sadık olduğunu gösterirler. Kısaca ortada adı konmamış ''sadakat'' isimli bir sözleşme oluşur. Lakin çok fazla samimi görünmez, çünkü fazlasıyla karşılıklı çıkar söz konusudur.(Etkili değildir demek istemiyorum, samimi değildir diyorum)

Fakat Cinebonus'un doğum günlerinizde ücretsiz sinema bileti vermesi ve bu hakkınızı sms yoluyla bildirmesi ya da yemeksepeti'nin doğum günlerinizde doğum günlerinizi aşağıda izleyebileceğiniz video ile kutlaması( yemeksepeti.com’a üye olurken verdiğiniz doğum tarihi bilgilerinize istinaden eğer siteyi doğum gününüzde  ziyaret ederseniz, aşağıdaki eğlenceli ve şok edici video ile karşılaşıyorsunuz) samimi görünüyor. Kalbe, göze ve kulağa hitap ediyor. Onları hatırladığınızı farklı şekillerde gösteriyorsunuz, işte bu markanın kişiselleşmesi demek.

5- Şeffaf Olun

Şeffaflık ilkesi ekonominin tamamında esastır. Örneğin borsada faaliyet gösteren bir şirket pay ve menfaat sahiplerine onların kafasını karıştırmayacak şekilde, net ve anlaşılır biçimde şirketin genel gidişatı, planları gibi konularda açıklama yapmak durumundadır. Bu durum sermaye piyasası kurulu kurumsal ilkelerinde belirtilmektedir ve şeffaflık ilkesini ifade eder. Tıpkı şeffaf ekonomilerde olması gerektiği gibi internetin gizli bir ilkesi varsa o da şeffaflıktır. İnternet ve sosyal medya çağıyla birlikte müşteriden bilgi saklamanız neredeyse imkansız hale gelmiştir. Markalar şeffaf olmasa dahi müşteriler online mecrada tabir-i caizse kirli iç çamaşırlarınızı göstermekten çekinmezler. Nasıl olsa şeffaflaşmak zorunda kaldığınız bu mecrada müşterileri yanıltmayacak şekilde doğru bilgileri sürekli paylaşmak güven ortamı oluşturacaktır. İçinize kapanıp, kendinizi saklamak yerine olabildiğince şeffaflaşın.

SosyalMedyacci’nin Notu: Trendwatching daha önce birçok kez bahsettiğim ‘’ tüketicinin lider olduğu şeffaf düzeni’’ flawsome diye tanımladı. Yani ‘’kusurlu’’ markalar. Kusurlu olduğunu kabul eden, samimi markalar. Flawless(kusursuz) olmaktan uzak, hiç bu triplere girmeyen sempatik markalar. Bizim içimizden biri gibi, birer insan gibi…

Fakat trendwatching'in ihmal ettiği kavram ise ''flawless customer'' gerçeği. Yani kusursuz müşteriler... Eleyen, markayı markanın kendisinden daha iyi tanıyan kişiler. Markaları mükemmeleşmeye zorlayan, ürünü almadan önce yorumları okuyan, fiyat karşılaştırmaları yapan kusursuz müşteriler...

Liberalist düzenin kendi içinde tavandan tabana yayılan bir düzen yaratması ne kadar çelişkili değil mi? Liberal düzen sürekliliğini sağlamak için tüketiciye giderek boyun eğiyor, yakın bir gelecekte bizi müthiş bir ideolojik sentez bekliyor gibi…

14 Haziran 2012 Perşembe

Foursquare’i Pazarlama Sürecine Dahil Eden 5 Global Şirket

Kimin aklına gelirdi mobil cihaz uygulamalarıyla kampanya yapılacağı? Foursquare şirketleri buna adeta mecbur etti. Türkiye’deki kullanımı ABD gibi yaygın olmasa da mobil aplikasyon Foursquare’i kampanya serüvenine çok sayıda marka var. Bugünlerde yeni sürümünü pazarlamakla mesaisini harcayan Foursquare’i sosyal medya kampanya havuzuna dahil eden başarılı çalışmaları incelemeden önce, lokasyon bazlı pazarlamanın giderek yaygınlaştığını belirtelim. Foursquare’in rakibi Gowalla, Google’ın places olayı, hatta ve hatta Groupon indirimlerini de bu çarka dahil edebiliriz. 

1- McDonald’s

McDonald’s dünyanın en büyük fast food zincirini yayılarak yemek yemeye alışan, uzun yemek zevkleriyle ünlü Roma’da açınca büyük tepkiyle karşılaşmıştı. Düşünsenize 2 saat yayılarak yediğiniz yemeği birisi geliyor 2 dakikada verebilirim diyor. Neyse ki İtalyanların tepkisi gecikmedi ve tepki olarak İtalya’da slow food diye bir grup oluştu. Pardon, konumuz bu değildi, ama en azından bu fast food zinciriyle alakalı.

Dünyanın en büyük fast food zincirini sosyal medyada sık sık görmeye alışığız. Günde 58 milyon müşteriye kapılarını açan, ABD’de yaşayan nüfusun her yıl %98’inin en az bir defa karnını doyuran, adı sık sık obezite kampanyalarına karışan McDonald’s, Foursquare kampanyalarına da pek yabancı değil. Öyle ki foursquare üzerinden gerçekleştirdikleri ‘’lovin it’’ kampanyası ile internet sitelerine yüzde 33 daha fazla trafik sağladılar. Bunun yalnızca 1000 USD’a mal olduğunu söylesem inanır mıydınız?

2- Starbucks

Starbucks’ın sosyal medyayı tüm pazarlama politikalarının tepesine oturttuğunu daha önceki ‘’Starbucks’ın sosyal medyadaki yüzü: Socialbucks’’ yazımda paylaşmıştım. İnternet sitelerine girip detaylı araştırma yaptığınızda bazı toplantı tutanaklarında bu bilgi var. Tüm pazarlama politikalarını ‘’engagement’’ üzerine kurgulamışlar. Foursquare’i sık kullanıyorlar. Örneğin; 40. yılları şerefine düzenledikleri kampanyada rastgele seçtikleri foursquare’li müşterilerine 40 USD’lik bedava kupon dağıtmışlardı.

Diğer yandan, şirketler teknolojik gelişmeleri yalnızca satışları arttırmak için değil, aynı zamanda topluma fayda sağlamak için kullandıklarında daha çok ilgi çekebiliyorlar. Toplulukların ruhuna fayda sağlayarak seslenmek şirketlerin imajını müthiş tazeliyor. Düşündüğümüzde senelik ciroları milyar dolar olan şirketlerin üretmek ve kazanmak için tükettikleri malzemeler, geri dönüşü olmayacak maliyetlere yol açabiliyor. Bu şirketlerin çevreye, insanlığa, hayvanlara ve bitkilere verdikleri tahribattan ötürü-özür dilemek dışında- yapabilecekleri şeyler olmalı.

Bu doğrultuda Starbucks, ‘’Red’’ organizasyonu için gerçekleştirdiği farkındalık kampanyasında kar amaçsız bir kampanya düzenledi. Yaklaşık 10 gün sürecek kampanyada belirli Starbucks noktalarında yapılan her check-in için Aids ile mücadeleyi hedefleyen ‘’Red’’ kurumuna 1 Amerikan Doları bağışlanacaktı.


3- Planet Hollywood

Planet Hollywood, Hardrock’ın temasından esinlenerek hazırlanmış bir restoran. Haliyle açıldığı ilk zamanlar Hardrock cafe’de çalışan çok fazla kişiyi istihdam etmiş. Dünden bugüne 2 kere uçurumun kenarına sürüklenmiş, iflas bayrağını çekmiş, iflaslarının nedeni olarak borsaya açılmasını dolayısıyla mali yapsının kırılganlaşmasını gösterebiliriz. Planet Hollywood’un bir de otel ve kumarhane konseptli mekanı var. Bu otelin içinde bulunan ‘’ Miracle Mile Shops’’ta check-in yapıldığında dışarıdaki panoda kendinizi görebiliyorsunuz. Diğer check-in kampanyalarına nazaran şaşırtıcı bir yöntem uygulanmış.

4- Pepsi

1930’lu yılların başına denk geliyor Coca-Cola’nın kendini Noel Baba ile eşleştirmesi. Pepsi sosyal medyada izlediği agresif politikayla geçtiğimiz dönemlerde esprili bir reklama imza atmıştı. Bu reklamda yazın partide eğlenen Santa Claus, nam-ı değer noel baba, eğlencesini yarıda kesiyor ve barmenden içecek bir şeyler istiyor… Barmen, coca-colayı uzatınca noel baba pepsi istiyor. Eğlenceli...


Aslında izlediğiniz reklam da dahil geçen sene pepsi’nin piyasaya sürdüğü birçok reklam ‘’Summer Time is Pepsi Time’’ adlı kampanyanın bir ögesiydi. Bu süreçte pepsi, lokasyon bazlı pazarlamanın can damarlarından biri olan Foursquare’i sonuna kadar kullandı. Foursquare’den kendisini takip eden kişilere bol bol indirim verdi, çeşitli hediyeler dağıttı. Pepsi’nin Foursquare sayfasındaki yerlerde check-in yapmanız hediyeleri kapmak için gereken tek şey. Tv’de dönen Uncle Teddy reklamının sonuna dikkat edecek olursanız Fourquare’e direkt yönlendirmeyi göreceksiniz. Bu reklam pepsi’yi foursquare’de en çok takip edilen marka konumuna getirdi.


5- Audi

Şöyle bir düşününce yeni medyayı pazarlama karmasına dahil eden şirketler geçmişte hep kendini belli etti. Audi’nin youtube üzerinden yaydığı viral videoyu hatırlayacaksınızdır. Şöyle başlıyordu:

‘’Bir arabadan ne beklersiniz?’’ Akabinde ‘’estetik’’ yazısıyla birlikte askıya alfa romeo’nun anahtarı asılıyor, ‘’komfor’’ yazısıyla Mercedes’in anahtarı asılıyor, ‘’sportif’’ yazısıyla BMW’nin, güvenlik yazısıyla Volvo’nun anahtarı asılıyor… Tüm anahtarlıkların halkaları yan yana geldiğinde Audi’nin amblemi ortaya çıkıyor. Müthiş bir reklam başarısıydı, ciddi viral etki yaratmıştı.


Audi’de o zamandan bu yana ‘’yeniliklere adapte olma’’ anlamında çok fazla değişiklik olmadı. Foursquare ile içli dışlılar.

Düzenledikleri bir Foursquare kampanyasında, kar merkezlerinde check-in yapan kullanıcıların ‘’ audi kış lastiği’’ rozetini açarak %20 indirim kazanmasını sağladılar.

SosyalMedyacci’nin Notu: Türkiye’de bulunan bazı firmalar da foursquare kampanyalarından faydalanıyorlar. Dükkan Burger ve Turkcell bunlardan bazıları. Turkcell’in yeni başlattığı Foursquare kampanyasına değinmekte fayda var. Turkcell’in resmi sitesinden yer alan bilgiye göre Turkcell, Türkiye’nin ilk rozet kampanyasını gerçekleştiren markası. Turkcell’in sunduğu avantajlardan faydalanmanız için Turkcell’i Foursquare’de takip etmeniz ve belirli Turkcell mekanlarında bol bol check-in yapmanız gerekiyor. Ayrıntılı bilgiye buradan ulaşbilirsiniz.

7 Haziran 2012 Perşembe

Takip Edilmesi Gereken 9 Sosyal Medya Blogu


Bu adamlar ‘’case study’’ manyağı. Sosyal medya kampanyaları hakkında vizyonunuzu genişletmek, dünyada hangi kampanyaların trend olduğunu incelemek istiyorsanız simplyzesty doğru adres. Bir sosyal medya ajansının nasıl blogu olması gerektiğine dair en güzel adres. Okuyucular için rehber niteliğindeler, dikkat çekici başlıklar atıyorlar ve ajanslarını bu şekilde pazarlıyorlar. Takip gerektirir.


Hepimiz biliyoruz ki sosyal medya büyük bir ekonomi yarattı. Eric Qualmann da buradan yola çıkmış olacak ki ‘’Economics’’in nomics kısmını social’a eklemiş ve kendisini dünyada bu alanda en ünlü konuşmacı ve yazarlardan biri haline getiren socialnomics.com’u kurmuş. Halihazırda ‘’socialnomics’’ diye bir kitabı var. Bu kitabında sosyal medyanın tüketici davranışları ve ekonomiye olan etkisini inceliyor. Kitap, Amerika Pazarlama Derneği AMAF’dan ödül almış. ‘’Dijital lider’’ ismini koyduğu kitabı da bu aralar piyasaya çıkacak. Takip etmekte fayda var.



Online etki düşünüldüğünde, Brian Solis sosyal medya ve iletişim konusunda akla gelen 3-5 isimden biri. Kendine ait sosyal medya tanımı var, diğerlerine göre daha felsefik ve derin yaklaşımları var. Bloguna girdiğinizde kullandığı resimlerin derinliğinden bu durumu anlıyorsunuz. Kitapları var… Brian Solis sık sık Darwin’in şu sözünü hatırlatıyor: “Türlerin en güçlü, en zeki olanlı değil, değişime en çabuk uyum sağlayanı hayatta kalır” . Ona göre de çağ değişim çağı, ayak uyduramayanların nesli tükeniyor. Briansolis.com sitesine giden 380 bin bağlantı var. Diğer bir deyişle bloğu, 380 bin kere referans olarak gösterilmiş. Takibi hak eder.



İskoç asıllı Pete Cashmore’un 7 sene önce hayat verdiği Mashable, bugün ulaştığı kitle düşünüldüğünde bir televizyon kanalına kafa tutabilecek kabiliyete sahip. 2011’de AOL’un Huffinghtonpost’u 300 milyonun üzerinde bir rakamla satın aldığını düşününce, Mashable’ın değerinin yarım milyarı geçmediğini iddia etmek oldukça güç. Her ay 20 milyonun üzerinde ziyaretçiye seslenen Mashable’ın CEO’su Pete Cashmore, online bir teknoloji playboyu olmuş durumda. CNN.com için yazarlık yapması da ününe ün katıyor. Her ne kadar sitenin logosundan çok Pete’in yüzünü görsek de mashable takip edilmesi gereken sosyal medya ve dijital pazarlama bloglarının başında geliyor.


Socialmediatoday, mashable tarzında bir blog. Yazarların genel profiline baktığınızda kariyerli ağabeyler gözünüze çarpıyor. Sloganları ‘’ the best thinkers on social media’’(dünyanın en iyi sosyal medya düşünürleri). Haberleri sunarken yorumlar serpiştiriyor bu ağabeyler cümle aralarına, bu işi başarılı yapanlar da yok değil. Blog çok güncel, neredeyse her gün 15 makale giriliyor siteye. Takip edilesi.



Bu herif çıldırmış… Socialmediaexaminer’ın sahibi Michael Stelnzer kendi başına bir içerik gurusu. Kişisel pazarlamaya en büyük örneği oluşturuyor. Adam önce kendini ‘’pazarladı’’, daha sonra sitesini pazarladı, sitesini pazarlarken kendini pazarladı ve böylece zincir uzadı gitti. 0’dan kurduğu işe kendi içerikleriyle ve birkaç kaliteli yazarın içerikleriyle başladı. Oluşan bu birikim havuzu, siteyi kuruluşundan yalnızca bir sene sonra 1 milyon dolar değere ulaştırdı. İnanılmaz uzun yazılar var, yazarlar bu içerikleri oluşturmak için en az 10-15 saatlerini veriyorlardır diye düşünüyorum. 

Ekibi, her sene düzenlediği online konferanslarda binlerce kişiye sesleniyor. Bu seneki online konferansa 2300 kişi katılmış, her katılandan yüzlerce dolar ücret alınıyor… Her sene ‘’sosyal medya endüstri’’ raporu diye bir dizi araştırmayı içeren bir rapor hazırlıyor. Bu site bir içerik fabrikası, fazla söze gerek yok… Takip edilecek cinsten.



Hubspot bu listede bulunan bloglardan biraz farklı, çünkü adamlar blogunu kullanarak online pazarlama programını satıyor. Bence dünyada bu işi yapan en iyi firma. Stratejileri basit: makale yaz, insanlara fayda sağlayacak e-booklar yaz, sitene giren ziyaretçilerin e-maillerini alarak abone sayını arttır. Onlara makalelerini ve yeni e-kitaplarını e-mail yoluyla gönder, yayıl… İnterneti domine et… İçeriklerin her yerde konuşulsun ve programını sat. Baştakileri yaptıktan sonra programı satmak çok zor değil. 45 farklı ülkede 6000 şirket Hubspot’un programını kullanıyor. Takip buyrulur.


Vodafone gibi şirketlerin sosyal medya dinamiklerine yön vermiş, danışmanlık yapmış bir isim Jeff Bullas. Dünyanın en ünlü bloglarından birinin sahibi. Forbes’ın geçtiğimiz dönemlerde yaptığı araştırmaya göre; sosyal medyada en etkili 50 isimden biri (14.sırada). Takibi işe yarar.


 Uzak doğu felsefesi ‘’ying yangı’’ bilirsiniz. Bu felsefeye göre; her şey iki kutupludur ve birbirine karşıttır. İyinin içinde kötülük vardır, güzelle çirkini ayıramazsınız, sıcak-soğuk vb. liste uzayıp gider. Konuyu nereye bağlayacağım? Şöyle ki: Sosyal medya denen kavram kimi zaman çok yüceltiliyor. SosyalMedyacci de aynı şekilde çoğu zaman sosyal medyanın markalara faydalarından bahsediyor. Oysa SM’in hepimizin hayatından götürdüğü şeyler de var. Bu sektörden gelir elde eden devlerin, özel hayatlarımıza girdiği, tüm gizli bilgilerimizi paylaştıkları sık sık gündem oluşturuyor. Yani, buzdağının görünmeyen kısmı var. En kolayından daha çok bilgisayar başında zamanımızı geçiriyoruz, hareketli hayattan uzaklaşıyoruz, daha fazla dijital dokunuyoruz hayata. Theantisocialmedia, sosyal medyanın zararlarını paylaşıyor. Aslında bir tepki bloğu, fakat yazarın SM’e tepki göstermek için yine bir sosyal medya aracı olan blogu kullanması paradoksal bir durum oluşturmuyor değil. Yine de farklı…Blog sahibi bizim kullanmadığımız bir gözlüğü kullanıyor.Fark yaratmak candır, takip edilesidir

5 Haziran 2012 Salı

Yeni SEO’da Kaçınmanız Gereken 5 Hareket – ÖNEMLİ

Google zeka işini biraz abarttı mı bilmiyorum ama semantik web ile birlikte gelen algoritmaların yapay zekaya sahip olması olayı SEO kavramını tersdüz etti. Aslında arama motorlarında 1. sıraya yerleşmek için yapılanların çoğu ''aşırı seo'' kavramına dahil hareketlerdi. Google, bir yakalasam affetmem diye basbas bağırırken bu çağrıya kulak tıkayıp direnenler oldu, fakat çoğu artık yok ya da oldukça gerilere atıldılar.

Google'ın her zaman için yapmak istediği şey, üreteni, faydalı içerik sağlayanı ödüllendirmek, bu doğrultuda verebileceği en güzel ödül ise sizi önlerde göstermek. Geçmiş zamanlarda hak etmemesine rağmen istedikleri anahtar kelimelerde seo hileleriyle önce çıkanlar olsa da Google 25 Mayıs 2012 tarihli son penguen güncellemesiyle fazla seoyu hoş karşılamadığını belli etti. Açık bir şekilde ‘’overoptimization’’ kelimesinden bahsetti.

Artık iyice gün yüzüne çıktı ki;

Google, insanlara değerli bir bilgi arşivi sunmak istiyor, gereksiz ve değersiz ayrıntılarla zaman geçirmenizi istemiyor, birikimi göstermek istiyor, otoriteyi göstermek istiyor ve bunu hileyle yapmaya çalışanların biletini kesiyor ki üst sıraları hak eden ve hak etmeyenler ayrılsın. Blogu açtığımdan beri amacım okuyucularımı gerçek bilgilerle buluşturmak, vizyonlarını genişletmek ve blogu takip ettikleri için kendilerini özel hissettirmekti. Yukarıdaki başlıkta gördüğünüz gibi içi boş olan 5 noktadan bahsetsem, sizi oyalasam, vicdanım rahat etmezdi. Kaldı ki bunu da yapabilirdim, yazıyı bir güzel baştan sona okurdunuz ve bittiğinde birşey öğrendiğinizi düşünüp hiç birşey öğrenemezdiniz. Neyse ki böyle biri değilim:)

Sosyal Medya blogunda seo’nun ne işi var diyenler, içerik-sosyal medya, yeni medya gibi kavramları pek anlayamamış olacaklardır ki en azından sizin bu kişilerden biri olmadığınızı düşünüyorum. Diğer yandan 2 ayda bir tane seo yazısı yazıyorum ki bu konu hakkındaki gelişmeleri, yenilikleri okuyucularım bilsin. SosyalMedyacci’yi takip eden miktarca azımsanamayacak, hatırı sayılır sosyal medya ajansları ve çalışanları, yöneticileri olduğunu biliyorum. Aşağıdaki bilgiler tüm okuyuculara gelsin, bu bilgiler benim tarafımdan denenmiş, araştırılmış, incelenmiş, değerli bilgilerdir. Harfiyen dikkat etmeniz blogunuz, içeriğiniz ya da internetten satış yaptığınız siteniz gibi her türlü ‘’content’’ için faydalıdır.

İşte Kaçınmanız Gereken 5 Nokta;

''25 Mayıs 2012 arama motoru optimizasyonunun baştan yaratıldığı tarih olarak kayıtlara geçecektir. Kara listeye alınmış soe tekniklerini çöpe göndermeyenler google'ın son sayfalarından kendilerine yer ayırabilirler. Artık SEO yerine OES kavramından bahsetmenin zamanı geliyor, yani tersten seo... Yaptığınız çoğu seo çalışmasını altüst edecek kararlar almak, yalnızca içeriğe odaklanmak, seosuzlaşmak... Şimdiye kadar bildiğiniz çoğu SEO hareketinin tersten okunuşu: OES. ''

1- Anahtar Kelime Üzerinden Site İçi Çapraz Linklemeyi Sınırlandırın

25 Mayıs'tan önce yazdığım birkaç makalemde site içinde anahtar kelime üzerinden çapraz linkleme yapılmasını önermiştim. Örneğin; bir makalenizin başlığı: '' Sosyal Medyada İçerik Pazarlama Nasıl Yapılır?'', bir diğer makalenizde ise yine içerik pazarlamadan bahsediyorsunuz. Bu diğer makalede eğer '' Sosyal Medyada İçerik Pazarlama...... makalenize anahtar kelime üzerinden link verirseniz (yani ilk sıralarda görünmek istediğiniz kelime olan ''içerik pazarlama'' kelimesi üzerinden link verirseniz) google bu duruma şüpheyle bakmaya başlıyor. Bunu tüm site içeriğinizde bir kereye mahsus yapabilirsiniz, fakat birden fazla yapmanızı kesinlikle önermiyorum. Bunun yerine anahtar kelimeniz yerine aynı anlamı taşıyan başka bir kelime üzerinden backlink verin ya da ''burayı tıklayın'' vb. kelimeleri kullanarak link verin.

2-  Anahtar kelime Üzerinden Çok Fazla Backlink Almak

İlk maddede site içi optimizasyon ile ilgili bilgi bir durum söz konusuydu. 2. madde ise site dışı optimizasyon ile ilgili. Başka bloglardan backlink toplamak için yorum yapıldığını biliyorsunuz, ya da başka sitelerin anahtar kelime üzerinden backlink almak için sık sık kullanıldığını. Bu hareketler de ''overoptimization'' konusuna giriyor. Anahtar kelimelerinizi başka sitelere sık sık yazıp, sitenize link vermeyin. Google artık bir sorun olduğunu anladı.

3- Özgün Olan İçeriğin Azlığı Ya da Kopya İçerik Sorunsalı

Sitenizde daha önce başka yerde yazılmamış bir içerik çok az bulunuyorsa, başkalarından araklaya araklaya bir site oluşturuyorsanız geçmiş olsun... Özgün içeriğiniz arttırmalısınız. Aslında bu konunun en büyük sebeplerinden biri insanımızın olduğu yerde oturup ayağına gelenleri kabul etmesi, beklemesi. Araştırın, yorumlayın, düşünün, deneyin... Belki ben sizi şu an yanlış bilgilendiriyorum, nasıl emin olabilirsiniz ki? Belki birazdan sitenizi mahvettirecek kararlara vesile olacağım... ( Korkmayın, yapmam öyle birşey)

4- Anahtar Kelimeleri Sık Tekrar Etmek

Penguin algoritmasının update edilmesiyle birlikte bazı site sahipleri sitelerinin çok gerilediğini belirtiyorlar. Bu siteleri açıp araştırdığınızda anahtar kelime yoğunluklarının üst düzeyde olduğunu görüyorsunuz. Önerim;anahtar kelimelerinizin tüm site içeriğindeki yoğunluğunun yüzde 3-4’ü geçmemesi. Algoritma artık zeki, hangi kelimelerde ilk sıralarda görüntüleneceğinizi zaten kendisi anlıyor, boşuna ona birşeyleri dayatmanıza gerek yok.

5- Arama Motorunu Düşünerek İçerik Hazırlamak

Penguin güncellemesinin getirdiği kavram ‘’full doğallık’’. Penguin, Google’ın içindeki her türlü yabancı maddeyi ayırmak istiyor… Boşuna karışıklığa yol açan abartı tekrarları istemiyor. Google, arama motoruna göre içeriğini hazırlayanı değil, okuyucu için içeriğini hazırlayanı önlerde görüntülemek istiyor. Kandırılmak istemiyor, kendini aldatanı cezalandırıyor. Penguin güncellemesi google’ı tamamen semantik webe entegre etmek için odaklanmış ve hakkını veriyor.

SosyalMedyacci’nin Notu: Gelecek güncellemelerle Google’ın geri dönüşü olmayan yollara gireceğini düşünüyorum. Geçmişte seo için  yapılan aşırı hareketler yeni güncellemelerle iyiden iyiye gün ışığına çıkacak. Özgün içerik daha çok kazanacak… Bu yüzden sitenizi şimdiden geçmişte yaptığınız yapay seo çalışmalarınızdan arındırın.

3 Haziran 2012 Pazar

Neden Kralsın İçerik Pazarlama? Söyle Bana

‘’İster ‘’content is the king’’, ister ‘’der Inhalt ist der König’’, ister ‘’el contenido es el rey’’ desinler, içerik pazarlama dünyanın her yerinde her dilde kraldır. Ucuz, verimli ve etkilidir. Geleceğin pazarlaması içerikte yatar.Çünkü internet dünyanın bugünü ve geleceğidir.’’


Globalde aylık ortalama 90 milyar Google araması yapıldığını biliyor muydunuz? Ya da 2016’da Youtube’u aylık 700 milyon kişinin ziyaret etmesinin beklendiğini ve bunun milyarlarca Youtube araması anlamına geldiğini? Facebook’un 1 milyar kullanıcı rakamına ulaşmasına ramak kaldığını? Linkedin’in Türkiye’deki kullanıcı sayısının 1 milyonu çoktan geçtiğini?


Sosyal medya nedir devri kapanalı anlayacağınız seneler oldu. Artık dünya gündemini kurcalayan konu içerik pazarlama. Bilboardları donatan afişlerin yerini Face ve Twitter’daki sponsor bağlantılar, TV’de gösterilen reklamların yerini Youtubedaki tanıtım videoları ve podcastler(podcast nedir?İnternette hazırlanan veya sonradan internete kopyalanan yayın), gazetelere verilen reklam ve tanıtım paralarının yerini şirketlerin yavaş yavaş üretmeye başladıkları kurumsal içerikleri alıyor.


John Logie Baird’in icat ettiği televizyon, Chad Hurley’ın Youtube’u ile ikame edilirken, Fransız Claude Chappe’nin telgrafı Ray Tomlinson’un e-maili ile ikame ediliyor. Devir değişti… Hatta o kadar hızlı değişti ki insanların 7-24 online olmaya doğru gitmeye başlamasıyla SMS devrinin birkaç sene içinde sonlanacağı konuşuluyor ki bu doğrultuda ciddi kanıtlar var. İçerik Pazarlama dizginleri eline almışa benziyor, bunun sebepleri var:


1- Rekabet Etkisi: Ekonomilerde rekabet hiç olmadığı kadar güçlü. Dışa açılan ekonomilerde şirketlerin ayakta kalması için bazı konularda rakiplerine karşı rekabet avantajı sağlaması gerekir. Rekabet avantajını fiyat üzerinden elde etmek için maliyetlerin düşürülmesi gerekir. Artan pazarlama ve iletişim maliyetlerini facebook,twitter, blog gibi sosyal medya argümanları etkili şekilde dizginleyebilir. Çünkü hedef kitleye doğru mesajın isabet etme ihtimali artar.


2- İki Milyar İnsan Mesajınızı Bekliyor: Dünyada 2 milyar internet kullanıcısı var. Bu insanların çoğu sizin gibi,benim gibi google’dan birşeyler arıyor, youtube’dan video izliyor, forumlara görüşlerini yazıyor. Markanızı veya ürettiğiniz ürünü bu 2 milyar insane tanıtma şansınız var. Alırlar ya da almazlar, beğenirler ya da beğenmezler. Ayrıca hedef kitlenizi belirleyecek anahtar kelimeleriniz var. Çikolata şelalesi satıyorsanız, çikolata şelalesi ile ilgili kısa bir e-book yazabilirsiniz. Muhasebeciyseniz, bilgi birikiminizle ilgili makaleler yazarak isim yapabilirsiniz.


3- SEO’lu İçerik Uçurur: Iphone uygulamaları üreten bir şirketsiniz, ürününüzü satmak için yapabileceğiniz en güzel şey google’da ‘’iphone app’’ anahtar kelimesinde ilk sıralarda görüntülenmek. Sadece Google değil Youtube ya da benzeri paylaşım siteleri de adeta bir arama moturu olarak kullanılıyor. Youtube’da ayda kaç tane ‘’iphone app’’ araması yapıldığını incelemek için youtube’un anahtar kelime aracının sonuçlarına göz atalım.




Ayda 80 bin arama yapılan ‘’iphone app’’ kelimesinde bir iphone uygulama şirketinin ilk sıralarda görünmesinin nasıl bir avantaj olduğunu düşünebiliyor musunuz? Bu 80 binin 30 bini videoyu izlese ve bunların bir bölümü videoyu paylaşsa… Reklamınızı direkt hedef kitleniz olan 50 bin kişiye ulaştırmak için ne kadar para harcıyorsunuz, ayrıca ne kadar başarılı oluyorsunuz? Başarınızı ölçebiliyor musunuz?


4- Başkaların Üretmemesi: Bir işi başkalarının yapmaması bile sizin o işi yapmanızın mantıklı olacağını gösterir. Hiç yapılmamış birşeyi yapmak, yani niche iş dalını yapmak genel olarak işe yarar. Wikipedia ya da Google Türkiye'den çıkmadı. İçerik odaklı kaç tane Türkçe kaynak sayabilirsiniz? Ben hatırlamıyorum. Değerli akademisyenlerimiz mi yok ya da bilişim teknolojilerini yalamış yutmuş insanlarımız mı yok? 


İkisi de var... Fakat biraz üşengeçiz. Markafoni, Trendyol gibi alışveriş sitelerini bu grubun içinde tutuyorum, çünkü bu kadar dallanıp budaklanmalarının en büyük sebebi sosyal medya ve e-mail pazarlama ki e-mail pazarlama zaten içerik pazarlamanın bir kolu. 


SosyalMedyacci'nin Notu: Ve İçerik son sözlerini söyledi:''Yeni medya ve pazarlamada benim dediğim olur. Beni verimli kullanırsanız sizi paraya boğarım, marka değerinizi, bilinirliğinizi arttırır, yeni fırsatlar sunarım. Eğer iyi kullanamazsanız, dert etmeyin. Fazla görüşemeyeceğiz...''